www.dunyabizim.com web sitesinde yayınlanan röportajım.
23 Nisan 2014 Çarşamba
Halk içinde değeri bilinmeyen âlim gariptir.
Hiçbir kitap ve internet sitesindeki dini bilgiler bir âlimin sonuç
çıkarımından fazla etkiye sahip değildir. Abdülmecit KARAASLAN, camide
gördüğü bir kitabı vesilesiyle tanıştığı ve ilminden istifade ettiği
Muharrem Çöllü Hocaya dair yazdı.
Bir gün Kocaeli ilimiz eski
camilerinden Yeni Cuma Camii'nde namaz kıldıktan sonra kıble tarafındaki
kitaplar dikkatimi çekti. Raflara bakarkença Dilbilgisi adlı kitabın,
Medrese Arapçası denilen Emsile-Bina-Maksut-Avamil-İzhar-Kafiye denilen
kitapların başka kaynaklarla da mezc edilerek güzel bir özeti olduğunu
müşahede ettim. Kitabın yazarıÇöllüilahiyat fakültelerindeki bir takım
Arapça hocalarıyla da istişare ederek kitabında güzel bir tasnif de
vermiş. Hatta tanınsın diye müftülüklere belli miktarda hediye de
göndermiş. Ben de bir miktar istedim arkadaşlara ve öğrencilerime hediye
ettim.
Muharrem Bey aslen bir eczacı emeklisi. İlk başlarda
kitabını sevabına ücretsiz dağıtmış. Ama sonra maliyetler artınca da
toplu alımlarda sadece maliyetine dağıtıyor. Bir kitap isteyene,
www.colluhoca.com sitesinden başvuru yapana veya telefon edene ise
hediye ediyor.
Gerçekten Muharrem Bey'in bu çabasını
takdir ediyoruz. Medreselerde pek fazla Türkçe gramer bilmeden Arapça
ibaresi ezberletilerek okutulan bu eserlerin okunması uzun süre
almaktaydı. Bu kitaplar çizelgeli, konu başlıklı ve sistematik değildi.
Örneklerin Türkçe anlamları üzerinde yoktu. Talebe zamanında not almayı
unutmuşsa, tercümesini zamanında almadıysa geriye dönük çalışamazdı. Ama
bu sayede bu zorluklar da aşılmış oldu. Bu açıdan Muharrem Hocamızı
kutluyoruz. Bu kitapları okuyan talebeye birinci derecede yardımcı kitap
olabileceği gibi imam hatip mezunu ve ilahiyat seviyesindeki
öğrencilere özlü bir kitap olarak tavsiye olacağını düşünüyorum. Yalnız
sırayla değil de unutulan bir konuya herhangi bir yerinden bakılıp da
bazı terimleri ve kavramları anlayamama durumunda Prof. Dr. Tacettin
Uzun'unça Sarf ve Nahiv Terimleri Sözlüğü'ne müracaat etmek gerekir.
Bildiğim kadarıyla bu konuda bu derece kapsamlı Türkçe yazıyla Alfabetik
Arapça Terimler Sözlüğü yok.
Kalabalıklar içinde fazla değeri bilinmeyen bir âlim.
Çankırı-Ilgız-Kıyısın köyünde doğan Muharrem Hocaefendi, Arapça
ve temel İslam bilimleri öğrenimini, ilkokul öğretmeni ile arasında
meydana gelen talihsiz bir olaydan sonra bırakmış olup, öğrenimini
babası, Tosya müftüsü Ahmet Hulusi Serdaroğlu (Gazali-İhya mütercimi) ve
Din İşleri Kurulu eski üyesi Lütfi Şentürk’ten icazet alarak
tamamlamış. Diyanet teşkilatında bir süre imamlık yapan Muharrem Bey,
vaazlardaki açık sözlülüğünden dolayı yerli-yersiz halk içinde müftü
tarafından eleştirilince bu görevinden de ayrılmış. Daha sonra çeşitli
kamu kurumlarında hukuk müşavirliğinde şef olarak çalışmış. Bu görevleri
sırasında mescitte hem imam ve vaizlik yaparak o çevrede bir cazibe
merkezi olmuş.
Muharrem Bey, yıllar süren memuriyet
hayatından sonra 1985 yılında eczacı eşiyle Ankara’da bir eczacı dükkânı
açmış ve 25 yıl eczacılıktan sonra işini oğluna devretmiş. Bu süre
içinde daima çevresindeki birçok kişiye, öğrenciye, akademisyen
namzetlerine Arapça dersi ve Ankara’da çeşitli camilerde vaazlar vermiş. Ankara’ya
gittiğim bir zamanda kendisini evinde ziyaret etmiş, kalabalıklar
içinde fazla değeri bilinmeyen bir âlim ve yalnız bir insan olduğunu
görmüştüm. Aklıma şu hadis gelmişti: “Allah (c.c.) Resulü (sas) şöyle
buyurdu: Altı şey, altı yerde gariptir: Mescid, kendisinde namaz
kılmayan kavmin arasında gariptir. Mushaf, okunmayan evde gariptir.
Kur’an, fasık kişinin kalbinde gariptir. Müslüman ve salih bir kadın,
zalim ve kötü huylu bir erkeğin elinde gariptir. Müslüman ve salih bir
erkek, söz dinlemeyen ve kötü huylu bir kadının elinde gariptir. Âlim,
kendisini dinlemeyen bir kavmin arasında gariptir. Allah-u Teâlâ, onları
garip bırakanlara kıyamet gününde rahmet nazarıyla bakmaz.”
Kendisiyle sohbetimizde Muharrem Hoca, öğrencilerin itirafına göre
Arapça’nın okullarda değerinin bilinmediğini, hayata atıldığında
değerinin anlaşıldığını ifade etmişti. Sabırla devam ettiğinde
öğrencilerin ilerleme gösterdiğini söylemişti. Özellikle fiil
çekimlerini ve kalıplarını kavrama ve ezberlemede öğrencilerin okullarda
seviye kat edemediğini, bir çok kelime ve cümleyi anlayamayıp
karıştırdıklarını ifade etmişti. Halkımızın Kur’andaki tevhid gerçeğini
tam anlayamadığını söylemiş ve şu örneği vermişti: Sufi bir komşusu,
televizyonlardaki ilahiyatçı akademisyenlerin yüzünden(!), aracılık
yaptığı yeni mezun olmuş bir ilahiyat öğrencisine kızını veremeyeceğini
söylemiş. Bu olayın kendisine çok dokunduğunu söyleyen hoca, bunun
üzerine “Kur’an-ı Kerim’e Göre İslam Gerçeği - Tevhid İnancı Ayrıntılı
İlkeleri” adlı kitabı yazmaya başladığını ifade etmişti. Daha sonra
haber aldığıma göre bu eserini de yazdı.
Yine günlük
hayatta Kur’an’ı yaşarken mesela çok eşlilikte erkeklerin daha çok Nisa
Suresinin 3. ayetini gördüklerini fakat Nisa Suresi 129. âyeti
görmediklerini; halbuki Rabbimizin burada “Ne kadar arzu etseniz
kadınlar arasında (sevgi bakımından tam) adalet sağlayamazsınız. O halde
(birine) tamamen yönelip diğerini muallakta gibi bırakmayın. Eğer arayı
düzeltir ve (gücünüz dâhilinde haksızlıktan) sakınırsanız şüphesiz
Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.” buyurduğunu söylemişti.
Dolayısıyla psikolojik adaletin sağlanamayacağını ama haklarda adalet
edilebileceğini fakat bunun da büyük takva istediğini eklemişti. Hocamız
kitabında bu tür bütünden yoksun anlaşılan konulara değinmiş, adeta
kendine göre dinimizin iman- ibadet- ahlak- muamelat konularını özet
tarzda vermiş.
Rabbim insanımıza çevresindeki âlimleri
yalnız bırakmama, onları hissen garipleştirmeme duygusu versin! Bilelim
ki hiçbir kitap ve internet sitesindeki dini bilgiler bir âlimin sonuç
çıkarımından fazla etkiye sahip değildir. Özellikle muhakkik âlimlerin…
Kitaplar önünüze seçenekler koyar. Ama bunların hangisi doğru, hangi
ikisinden biri daha doğru veya hangilerinin içinden hangisi en doğru
şeklinde; bunu bizim şartlarımıza göre bize de sorarak, çoktan bire
düşürüp bize karar ve uygulama yolunu açacak, mürşitlik edecek kimseler,
muhakkik (gerçek/ hakiki araştırıcı olan, bütüncül yönden ifrat tefrit
arasında mutedil/ dengeli/ orta yoldan meselelere bakan) âlimlerdir.
Rabbim Muharrem Hocaefendi’yi daha başka eksik gördüğü konuları yazmaya
muvaffak eylesin! Âmin…
M. Abdülmecit Karaaslan
röportajın yayın adresi için tıklayınız!..
DEMOKRAT NEVŞEHİR GÜNLÜK GAZETESİ 11.10.1962 TARİHLİ,1038 SAYILI YAYININDA: (25/01/2011 tarihi itibariyle yani, 49 yıl önce yazılmış makale) Nevşehir
Müftülüğüne katip olarak tayin edilen ve ipe sapa gelmeyen sözleriyle
Müslümanların Dini hislerini rencide eden ve kendisini Müctehid ilân
eden kişiye, mezkür Gazetenin serbest köşesinde, yazdığım makaleyi aynen
buraya kaydediyorum (yazan Muharrem Çöllü):
‘’YİRMİNCİ ASRIN MASKELİ MÜCTEHİDİ!! İnsanın,
her şeyden önce içinde bulunduğu toplumun, Milletinin birliğini,
huzurunu temin için yazı yazması lazımdır. Aksine, maksatlı kalemşörler
gibi,’’Dört Mezhep İslam Dinine aykırıdır, İslamın Beşşartı yoktur.’’
Teorileri, Dinine, Diyanetine, adet ve geleneklerine bağlı olan Müslüman
Türk Milletinin huzurunu bozmak ve birliğini yıkmak demektir.
Milli
selâmete zarar veren, İslâmi inanca aykırı düşen düşünceleri, sözleri
Hak’da istemiyor, halk da istemiyor. Ellerine kalem alanlar, bu ciheti
göz önünde tutmağa mecburdurlar.
Tarihin türlü badirelerini atlatmış Türk Milletinin her söyleyene ve söylenene inanacığını sananlar aldanırlar. Kıyamete kadar her Müslüman Türk’ün hâl dilinden şu mısralar duyulacaktır;
‘’Ruhumun senden ilâhi şudur ancak emeli, Değmesin mâbedimin göğsüne nâ mahrem eli, Bu Ezanlar ki şahadetleri Din’in temeli; Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.’’
Müslüman
Türkleri dininden, mezhebinden, adet ve ananesinden ayırmağa,Türk’
lüğü bu vasıflardan sıyırmağa imkân yoktur. Bu böyle gelmiştir, böyle
gidecektir.
Çağımızda her sahada ehemmiyetle üzerinde durulan
ihtisaslaşmanın en basit bir kaidesi vardır ki, herkesin branşına göre
söz söyleme ve yazı yazmaya hakkı vardır.
Fizikten söz açanın
Fizikte, kimyadan bahsedenin kimyada, İslami içtihatta bulunanın
müçtehitlikte vukuf ve bahire sahibi olması lâzımdır. Bilgi konusunda
ilgi yetmez; fıtratının icabı daima bilgiyi ve ilgiyi arayan insanoğlu,
her olur olmaz ilginin ve ilgilinin ardına gitmez. Salâhiyet ister,
salâhiyette müspet etki ister. Bundan dolayıdırki, Ziya Paşa:’’Helvacıya
tablakâr lazım, ol kârada iktidar lazım’’ demiş.
Söz gelimi
biri kalkarda ‘’tohumlar yazın ekilmeli, kışın biçilmelidir !!’’ Londra’
ya San Francisko üzerinden gitmelidir !! Derse elbet ona gülerler.
Bir
ilim konusu teşkil eden ve baştanbaşa konusu ilim olan İslâm Dininin
esasına, fûrûatına ileri geri söz söylemek, içtihat yürütmek için her
şeyden önce müçtehitlik şeraitine haiz olmak lazımdır. Maalesef
asrımızda bu şeraite haiz bir İslâm bilgini ve müçtehidi yoktur. Hanefi
Mezhebi Kurucusu, emsaline rastlanmayan İmamı Azamın dahi ismini
bilmeyen bir kimsenin her türlü mesnet ve mehazdan âri müçtehitlik
iddiasında bulunması bir maksat ve gayeye dayanır.
Maksat ve
gayeleri ne olursa olsun, ilan ediyoruz:Bilen bilsin,bilmeyen öğrensin
ki ! Gerçek Dinin saman altında su yürütmeye, gerçek dindarın bulanık
suda balık avlamaya ihtiyacı yoktur.
Hakiki Din: Bir İlâhi
müessesedir. Bu tesiste barınan gerçek dindar, hak yolcusu, hakikat
kolcusudur. Yolcunun selamı yolcuya, kolcunun kelamı kolcuyadır. Ateiste
selamıda yok, kelamıda yok! Damgalılar ve markalıların İslam Dininin
önünde, dindarın gözünde değeri yoktur. Bu gibiler lâfız olarak da,
mânâ olarak da boş, yarı- yarıya sarhoş tur.!!!!!