Güncel İslami Sorunlara İslami Kaynaklardan Cevaplar
İslami İlimler ile ilgili soru ve görüşlerinizi aşağıdaki formu doldurarak bilgi sahibi olabilirsiniz. Soracağınız sorular sitemizde bu kısımda yayınlanacaktır. (Uygun görüldüğü takdirde)
‘’GÜNCEL DİNİ SORUNLARA İslami KAYNAKLARDAN CEVAPLAR ‘’ adlı kitabımızın içeriğini oluşturacak Soru ve Cevap bölümünde; gerek bize bu güne kadar sorulan ve hatırladığımız kadar verilen cevaplarla ilgili konular ve gerekse okurlarımızın sordukları soru ve cevaplar konusu, yer alacaktır. Sorularınızı beklemekteyiz. (.) yazın.
‘’GÜNCEL DİNİ SORUNLARA İSLÂMİ KAYNAKLARDAN CEVAPLAR’’ adlı kitabımızın içeriğini: itikat, ibadet, ahlak ve İslâm Fıkhı (Hukuku) konuları oluşturmaktadır.
SORU: 1) HAK DİN NEDİR ?
CEVAP: 1) Din; Bireyin, Allah(C.C.), insan ve tüm varlıklarla olan ilişkisini tanzim eden ve hayatına yön veren, onlarla alakalı davranışlara esas olacak kurallar bütününe verilen addır. Diğer bir tarif: ‘’Din: Akıl sahiplerini kendi arzu ve istekleriyle bizzat hayırlara sevk eden İLÂHİ BİR NİZAM, ALLAH tarafından konulmuş bir kanun ve insanları ona ulaştıran bir yoldur. Biliyoruz ki, Dinin kurucusu ve sahibi ALLAH (C.C.)'dır. Dinin muhatabı akıl sahipleridir. Delilere hitap etmez. Din ve ilgili hükümler, Peygamberler tarafından insanlara tebliğ edilmiştir.
Dinin amacı, Allah’ın rızasını elde etmek, insanları dünya ve ahret de mutlu kılmak ve insanı ruh ve ahlak yönünden olgunluğa eriştirmektir.
SORU: 2) İslam Dini nedir?
CEVAP:2 ) İslâm dini, ilk insan Adem Peygamberin tebliğ ettiği ilk ‘’TEVHİD DİNİ’’ ile diğer semavî dinlerin bir devamı, sonuncusu ve en mükemmelidir. Bu nedenle Hz. Muhammed (S.A.V), Allah tarafından en son ve en büyük yol gösterici olarak görevlendirilmiş bir Peygamberdir;
İslâm Dini son dindir ve son peygamber Hz. Muhammed(S.A.V)'dir. Allah’ın kendisine vah yettiği İslamiyet’i tebliğ etmiştir. Artık bundan sonra yeni bir din gönderilmeyecektir. İslam’ın hükümleri Allah’ın dilediği zamana kadar yürürlükte kalacaktır ve insanlar bu dinin hükümlerini yerine getirmekle mükellef kılınmışlardır. Nitekim Kur’ân’ı Kerim' de şöyle buyrulmuştur; ‘’ Allah katında din şüphesiz İslamiyet’tir’’ Al-i İmran:19
‘’Kim İslamiyet’ten başka bir din ararsa bilsin ki kendisinden asla kabul edilmeyecek ve ahrette ziyan edenlerden olacaktır’’ Al-i İmran: 85
‘’Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetlerimi tamamladım ve sizin için DİN OLARAK İSLÂM’I BEĞENDİM’’ buyrulmuştur. Maide; 3
İslâm Dininin; itikat, amel ve ahlakla ilgili değişmeyen esasları vardır. Bu esaslar, hem ferdin ve hem de toplumun mutluluğu içindir.
Bu nedenle İslam’ın; Nefsin(canın), Aklın, Dinin, Neslin ve Malın korunup, kollanması ve kemale ermesi için çalışılması hususu, olmazsa olmaz şartıdır.
İslâm Dini son din olduğu gibi, tüm insanlığın dinidir, Evrensel bir dindir. Yahudilik ve Hristiyanlık v.s. gibi belli bir kavme gelmiş değildir. Cihan şümul bir dindir.
Hz. Muhammet (S.A.V), son peygamber olarak tüm insanlığa gönderilmiştir: Nitekim Kur’ân’ı Kerimde şöyle buyrulmuştur,
‘’Ey Muhammed, deki; ey insanlar, doğrusu ben, Allah’ın hepiniz için gönderdiği peygamberiyim’’ Araf:158
‘’Ey Muhammed, Biz seni bütün insanlara ancak müjdeci ve uyarıcı olarak göndermişizdir, fakat insanların çoğu bilmezler’’ Sebe’ :28
‘’ Ey Muhammed, biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik’’ buyrulmuştur. (Enbiya: 107)
SORU: 3) İslâm Dininin temel Kurallarını, ayrıntılarını ve özelliklerini bir bütün olarak nereden öğrene biliriz ve kaynakları nelerdir ?
CEVAP: 3) Dini hükümlerin dayandığı kaynaklara Şer’î deliller anlamına gelen ‘’Edillei Şer’ iyye’’ denir. Şer’i delillerin dayandığı kaynaklar:
KİTAP,
SÜNNET,
İCMÂ
ve
KIYAS olmak üzere dörttür.
Dini hükümler bu dört kaynaktan alınmıştır. Kitap, KUR’ÂN’I KERİM'dir. Kur’ân: Allah tarafından vahiy yolu ile, yani Cebrail (A.S.) vasıtasıyla Arapça olarak, peyder pey Peygamberimiz Hz. Muhammed(S.A.V.)'e indirilmiş ve nesilden nesile bize kadar tevatüren gelen, Mushaflarda yazılı kelâmdır. Fatiha suresiyle başlayıp Nas suresiyle sona eren, 114 sureden oluşan ve kıyamet gününe kadar Mû’cize olarak kalacak yegane Allah kelâmıdır. ‘’La raybe fihi’’ Allah sözü olduğunda hiç şüphe yoktur.
‘’Eğer kulumuza indirdiklerimiz(Kur’ân)' den herhangi bir şüphe düşünüyorsanız, haydi onun benzeri bir sure getirin, eğer iddianızda doğru iseniz, Allah’tan gayri şahitlerinizi (yardımcılarınızı) da çağırın. Bunu yapamazsınız –ki elbette yapamayacaksınız’’ buyrulmuştur. (Bakara; 2/23-24)
‘’Kur’ân, insanlar ve cinler bir araya gelseler bir benzerini meydana getiremeyecekleri bir kitaptır.’’ buyrulmuştur. ( İsra; 17/88) Kur’ân, bir döneme ve bir millete ait bir kitap değil, evrensel, cihan şumu, insanlara, cinlere gelen; varlığını ve rehberliğini Dünya durdukça sürdürecek olan çağlar aşan ve kucaklayan insanlığın müstesna kitabıdır.
Kur’ân, insanın dünya ve ahiret saadetinin sağlanmasını amaç edinmiştir. Kur’ân bu amaçla cüz’i ve külli kurallar, emir ve yasaklar getirmiştir.
Bunların amacı; aklı, canı, malı, nesli ve dini korumak, böylece insanın huzur ve mutluluğunu sağlamaktır. İyi bir insan iyi bir toplum oluşturmaktır. Kur’ânın ana konusu Allah ve insandır. Kur’ân, Allah’ı ve insanı tanıtır. İnsanın kendisine, yaratıcısına, insanlara, çevreye ve diğer varlıklara karşı görevlerini bildirir.
Kur’ânın bildirdiği Hak Din; sadece ferdin özel ve aile hayatı ile yetinmez; insan sosyal bir varlık olduğu için, Kur’ân ve Sünnet: toplu olarak yaşamak durumunda olan insanların; özel, sosyal, ekonomik, ahlaki, idari ve hukuki ilişki ve görevleriyle ilgili; ayrıca inanç, amel, iş, söz, fiil ve davranışlarıyla alakalı, temel kurallar getirmiştir. Bu kurallar insanın, yaşam kaynağıdır.
SÜNNET: Hz. Peygamberden sadır olan; Söz, Fiil ve takrirlerle, ona ait sıfatlara denir.
Fıkıh(Hukuk) usulünde Sünnet: Kur’ân dan sonra, Şer’i delillerin ikincisi olup, Hz. Peygamberin Söz, Fiil ve Takrirleridir.
Sünnet : ’’Peygamberimizin Kur’ân dan başka Söz ve Davranışlarıdır. Fıkıh ve Hadis alimleri sünneti üç kalemde ele almışlardır:
Kavli Sünnet; Hz. Peygamberin sözleri demektir. Yani, peygamberin, herhangi bir konu hakkında sözlü olarak yaptığı açıklamalardır.
Fiili Sünnet: Hz. Peygamberin her hangi bir konudaki fiillerinin, Sahabe tarafından görülüp nakledildiği haberlerdir.
Takriri Sünnet: Hz. Peygamberin, huzurunda sahabe tarafından söylenen sözleri yada işlenen fiilleri reddetmeyip susması, onaylaması veya güzel karşılamasıyla oluşan sünnettir.
Fıkıh alimleri sünneti, hükmü itibariyle iki kısma ayırırlar;
a-Sünnet-i Hüda: Peygamberimizin, ibadetle ilgili olan sünnettir. Bu sünneti yapan sevap kazanır, yapmayan ise kınanır ve azarlanmayı hak eder. Ezan, İkamet, Cemaatle namaz ve farz namazlardan önce ve sonra kılınan sünnetler gibi, sünnetlerdir.
b- Sünnet-i Zevâid: Peygamberimizin; yeme, içme, giyinme, uyuma adabı gibi ibadet kastı olmadan, insan sıfatıyla yaptığı mutat davranışlarına denir. Sünneti Zevâide uymayan bir kimse, cezalandırılmayı ya da kınanmayı da hak etmez.
Sünnet, dini hükümler için Kur’ân’dan sonra gelen ikinci ana kaynaktır.
Kur’ân’daki
hükümlerin açıklanması ve Kur’ân’da bulunmayan hükümler için sünnete bakılır. Sahih Sünnet; ibadet, muâmelat, ukubat ve ahlakta delil teşkil eder. İtikadı konularda yalnızca mütevatir sünnet delil olur. Haramı, Helalı ortaya koyma konusunda, Kur’ân ‘la sahih sünnet arasında fark yoktur. Sünnet hiçbir zaman KUR’ÂN’A aykırı düşmez.
Kur’ân’ı Kerim, peygamberimize uyulmasını emreder:
‘’Allah’a itaat edin, peygambere itaat edin ve (kötülüklerden) sakının. Eğer itaatten yüz çevirir seniz bilin ki, peygamberimizin görevi, apaçık duyurmak ve bildirmektir’’ Maide:92
‘’Kim peygambere itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur’’ Nisa:80
‘’Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondanda sakının ‘’ Haşr: 7
‘’(Resulüm!)De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah’da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.’’ (Âl-i İmran:3/31)
Sünnetin yeri, Kur’an’a göre şu şekilde sıralanabilir:
Sünnet, Kur’ân’ın kapalı ifadelerini açıklar. Ünnet, Kur’an’da temelleri var olan tamamlayıcı hükümleri getirir. Ünnet, Kur’an’da hiç bulunmayan müstakil bazı hükümler koyar. Ünnet, Kur’an’daki hükümleri teyit eder.
Sünnetin koyduğu hükümler Kur’ân da yoktur, dini hüküm değildir gibi bir anlayış; tamamen yanlış, ard bir düşüncenin ürünüdür, Kur’ân’ın ruhuna, İslam’ın yapısına ve amacına aykırıdır.
İman, kuru bir sözden ibaret değildir; gönülden bağlanmak, inanmak ve kabullenmektir. Hem Allah ve Resülüne inandım deyip, hem de hükümlerine razı olmamak tipik münafıklık alametidir.
‘’Hayır, Rabbine and olsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonrada verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın(onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar. ’’(Nisa:4/65) buyrulmuştur.
Sünneti, dikkate almadan Kur’ân’ı kerimi bütünüyle anlamak mümkün değildir. Örneğin, namazın farz olduğunu Kur’ân’ı kerim bildirir, fakat namazın nasıl kılınacağı ve kaç rekât olduğu Kur’ân da yoktur. Bu detaylar ; Sünnetten, Peygamberimizin uygulamasından öğrenilir. Farz olan Haccın da nasıl yapılacağı ayetten öğrenilmez, bunu Sünnet öğretir.
İCMÂ’ :Dindeki yeri; müçtehit imamların, peygamberimizin ölümünden sonra ki herhangi bir çağda dini bir hüküm üzerinde fikir birliği etmeleridir.
Müçtehitlerin HZ. Muhammed’in ümmetinden olmaları, İcmâ’ edilen hükmün şer’î bir hüküm olması ve o devirde yaşayan bütün müçtehitlerin fikir birliği etmiş olmaları gerekir.
Müçtehit: ayet ve hadislerden hüküm çıkarma ve yeni hukuki ve Dini meseleleri halletme kudretine sahip olan bilgin demektir.
Müçtehidin, Kur’ân’ı kerimi, sünneti, kitap ve sünnetin nasıl ve mensubunu, İslam hukukunu n ana gayelerini, fıkıh usulünü bilmesi, ayrıca Arapçaya tam bir şekilde vakıf olması gerekir.
KIYAS: Bir şeyi diğer bir şeyle ölçmek, karşılaştırmak, iki şeyi birbirine eşitlemek gibi anlamlara gelir. Kıyas: fıkıh usulünde, hakkında nass bulunmayan bir meselenin hükmünü, kitap veya sünnette hükmü bilinen bir meseleye göre açıklamak manasını ifade etmek ve hükmünü vermektir. Kıyasın, ameli hükümlerin bilinmesinde bir delil ve İslâm hukukunun esaslarından biri olduğu konusunda ittifak edilmiştir. Kıyasın, delil olabileceğine dair ayet ve hadisler vardır.’’ Ey iman edenler! Allah a itaat edin. Peygambere sizden olan ülülemre (idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz –Allah a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız-onu Allah a ve Resule götürün (onların talimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir. ’buyrulmuştur.( Nisa : 4/59)
‘’Yoksa biz, iman edip de iyi işler yapanları, yer yüzünde bozgunculuk yapanlar gibi mi tutacağız? Veya (Allah tan) korkanları yoldan çıkanlar gibi mi sayacağız ? ‘’ buyrulmuştur.(Sad:38/28)
İslâm Dini son bir dindir. Kıyamete kadar başka bir din gelmeyecektir. Halde yeni olaylar ne ile değerlendirilecektir?
Kur’ân ve Sünnette, hakkında nass bulunan olaylarla ilgili hükümler dikkate alınarak, benzeri olaylara hüküm verilir ki buda KIYAS tır.
SORU:4)İslâm Dinin de Mezhep Nedir? Yeri Nedir?
CEVAP:4)Mezhep, Sözlükte: ‘’ gidilecek yol, gidilecek yer, görüş ve takip etmek gibi ‘’ anlamlara gelir. Mezhep dini bir kavram olarak; bir dinin, bilginleri arasındaki yorum farklarından meydana gelen görüşleri demektir.
İslam Dininde, Mezhepler, itikadı ve ameli(fıkhi) olarak ikiye ayrılır. İslam Dinindeki mezhepler arasında temelde bir ayrılık yoktur. Hepsi de Kur’ân-ı Kerim’i ve Peygamberimizin sünnetini esas almışlardır. Ne var ki, hakkında açık, bariz ve kesin nass(ayet veya hadis)bulunmayan hususlarda bilginler içtihat etmişler, görüş bildirmişlerdir.
Bu suretle; Mezhepler, böyle hakkında açık ve kesin hüküm bulunmayan olaylardaki birbirinden farklı yorumlardan meydana gelmiş bulunmaktadır.
İtikadı Mezhepler, siyasi nedenlerle daha önce oluşmuştur, Hz. Osman’ın şehadetiyle başlayıp Hz. Ali’nin savaşlarıyla devam etmiş, bir müddet sonra da fikri yönden Cebriye ve Mutezile gibi akımlar doğmuştur. İtikadı Mezheplerin ihtilafı; hilafet, kader, Allah’ın sıfatları ve insanın fiilleri gibi konular oluşturmaktadır.
İtikadı Mezhepler, inançla ilgili olup; Ehli Sünnet ve Ehl-i Bid’at olmak üzere ikiye ayrılır; a)Ehl-i Sünnet, Peygamberimizi sünnetine uyan ve inançla alakalı konularda kitap ve sünnete dayanır ve esas alır. b)Ehl-i Bid’at ise, peygamberimizin hadislerini kendi keyfi ve arzularına göre yorumlayanlardır.
Ehl-i Sünnet Üç gruptur:
a)Selefiyle; İtikadı konularda ayet ve hadislerde yer alan hususlar hakkında yorum yapmadan olduğu gibi kabul edenlerdir. Bunlar fıkıh ve hadis alimleridir.
b)Mâturidi Mezhebi, kurucusu, Ebu Mansur MATURİDİ’dir, adı Muhammed’dir. Türk olduğu ifade edilmektedir. EHL-İ Sünnet akidesini savunmuş ve batıl inançlara karşı büyük mücadele vermiştir.
Amelde Hanefi olanlar, itikatta bu mezhebi benimsemişlerdir.
c) Eş’arî Mezhebi; Ebu’l-Hasan Ali el-Eş’ari, bu mezhebin imamıdır. Basra’da doğmuş, Bağdat’ta ölmüştür.
Amelde, Maliki ve Şafi’i olanlar, itikatta bu mezhebi benimsemişlerdir.
Ameli Mezhepler; Hanefi, Şafi, Maliki ve Hanbeli olmak üzre dörttür.
HANEFİ MEZHEBİ, Bu mezhebin kurucusu İmam A’zam’dır.(Adı Numan, babasının adı Sabit, Künyesi ise, Ebû Hanîfe dir). 18 yıl ünlü hocalardan ders almış, çok iyi bir eğitim görmüştür.
Abbasi halifelerinden Mansur, İmamı A’zama, Bağdat kadılığı (Hâkimliği) teklif etmiş, ama İmam bu teklifi kabul etmeyince hapse atmışlar ve dövmüşler, dayağın etkisiyle 70 yaşında iken Allah’ın rahmetine kavuşmuştur. (Hicri,80-150, M.699-767)
MALİKİ MEZHEBİ, Kurucusu İmam Malik b. Enes’tir. Hicri 93(M.712) yılında Medine-i Münevvere’de doğmuştur, bu şehrin bilgini ve İmamı olmuştur. Belli başlı eseri,’’kitab el- Muvatta’’ hadis kitabıdır, Fıkıh(İslâm Hukuku) tertibine göre yazılmıştır. Hicri 179( M.795) yılında Medine’de vefat etmiştir.
ŞAFİÎ MEZHEBİ, kurucusu İmamı Şafiî (İmam Muhammed b.İdris eş-Şafiî)dir. Suriye’de doğmuş(Hicri 150, M.767), Mısırda vefat etmiştir(H.2 04-M.819).İMAMI Şafiî, büyük bir İslâm bilginidir.
HANBELİ MEZHEBİ, Bu mezhebin kurucusu Ahmet İbn.Hambel’dir.Bu zat büyük bir müfessir ve Hadis bilginidir. Hicri,164 (M.848) tarihinde Bağdat’ta doğmuş ve yine Bağdat’ta ölmüştür. Hambeli Mezhebi Bağdat, MISIR, Suriye ve Hicaz’da yayılmıştır.
SORU: 5) (Soran Av. Celal NEĞİŞ) Nur suresinde geçen ‘’Allah Nurdur” ayetiyle, yine aynı surede geçen “Allah Nur üstüne nurdur” ayetinini bu günkü yani, fizik kanunlarına göre açıklamasını yapmak mümkünmü?
CEVAP: 5) Nûr, aydınlık, ışık, ziya demektir. Zulmetin zıddıdır. Nur kelimesi Kur’an-da 43 ayette geçmektedir. Nur kelimesi: İslâm, Kur’ân, İman, Peygamber, adalet, hak, günün aydınlığı, ayın ışığı, âhirette müminlerin ışığı, beyan, açıklama anlamlarında kullanılmıştır.
Ayetin Türkçe Meâli:
Nur suresinin,35. ayetinde “Allah, göklerin ve yerin nûrudur. O’nun nûrunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandil gibidir. O lamba kristal bir fanus içindedir; O fanus da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da batıya da nisbet edilmeyen mübarek bir ağaçtan, yani zeytinden (çıkan yağdan)tutuşturulur. Onun yağı, nerdeyse, kendisine ateş değmese dahi ışık verir.
(Bu) Nûr üstüne nûrdur. Allah dilediği kimseyi nûruna eriştirir. Allah insanlara (işte böyle) temsiller getirir. Allah her şeyi bilir.” buyrulmuştur.
Allah’ın Nûr olmasının manası, bütün âlemin ve âlemdeki bütün hissi Nûr’ ların ve idrak edici güçlerin Yaratıcısı ve icat edicisi olmasıdır. Şu halde, nurdan asıl umulan aydınlatma, açığa çıkarma, tecelli ve inkişaf manalarının temeli, nurdan ve nuru alandan çok, nuru yapıp yaratana ait olacağı için “NÛR” ismi Allah’a daha layıktır. Ancak, bundan dolayı Nûr’u yaratana “Nûr” denilmesi, lisan bakımından hakikat değil, mecazidir.
SORU: 6 ) (Soran Av. Celal NEĞİŞ),
İsrafilin Sura üfürmesiyle; kara deliklerin, karanlık maddenin ve kara enerjinin ilgisi olabirmi ?
CAVAP: 6) İlim dünyasında ihtisaslaşma deyi bir kural vardır. Her kesin branşına göre söz söylemeye ve yazı yazmaya hakkı vardır. Fizikten söz açanın Fizikte, Kimyadan bahsedenin Kimyada, İsâm Dininden söz edenin İsâmî ilimlerde, vukuf ve bahire sahibi olması gereklidir. Bu nedenle, biz bütün soruları, İsâmî kaynaklara dayandırarak, bilgimiz dâhilinde cevap vermeye çalışmaktayız.
Sûr: ( terim olarak) kıyametin kopuşunu belirtmek ve kıyamet koptuktan sonra, bütün insanların mahşer yerinde toplanmak üzere dirilmelerini sağlamak için, Dört büyük melekten biri olan İSRAFİL (a.s.)tarafından üfürülecek olan boruya SÛR denilir.
Kur’ân’ı kerimde Sûr : “Artık Sûr’a bir defa üflendiği, yeryüzü ve dağlar kaldırılıp birbirine tek çarpışla çarpılıp darmadağın edildiği zaman, işte o gün olacak olur(kıyamet kopar).( Hâkka sûresi, 13-15)
“Sûr’a üfürüldüğü gün – Allah’ın diledikleri müstesna-, göklerde ve yerde bulunanlar hep dehçete kapılır. Hepsi boyunları bükük olarak O’na gelirler.( Neml Suresi, 87)
Kur’ân ayetlerinden anlaşıldığına göre, İsrafil(a.s.), Sûra iki defa üfleyecektir. İlkinde, Allah’ın diledikleri hariç, yerde her şey yıkılıp helak olacak ve kıyamet kopacaktır. İkincisinde de insanlar dirilecek ve mahşer yerinde toplanmak üzre Rablerine doğru koşacaklardır.
“Nihayet SÛR’A üfürülecek.Birde bakarsın ki onlar kabirlerinden kalkıp koşarak Rablerine giderler”. Buyrulmuştur.(Yâsin Suresi, 51) Aradığınız için teşekkür eder, sorularınızı beklemekteyim.
SORU: 7) (Soranın ismi mahfuzdur).
Peygamber efendimiz öleli kaç yıl oldu?
CEVAP: 7) Peygamberimiz, 20 Nisan 571 doğdu, 08 Haziran 632 vefat etti. 2011 yılında bulunduğumuza göre, vefat edeli, 1379 yıl olmuştur.
Aradığınız için teşekkür eder, sorularınızı beklemekteyim. Allah a emanet olun.
SORU: 8) (Soran ilaç mümessili, ismi mahfuz)
Tarikat nedir? Ne demektir? İsâm Dinimizde hükmü nedir ?
CEVAP: 8) Tarikat: sözlükte “Yol,hal, gidiş kat ve tabaka gibi…” anlamlara gelir. Tarikat, bir tasavvuf kavramı olarak HAKKA ulaşmak için tutulan bir takım kuralları bulunan yol demektir.
Tasavvuf, kemale ermek için ruhu, ibadet, zikir ve fikir gibi şeylerle terbiye ettirip, nefsi kalp hastalıklarından tezkiye etme yolunu gösteren ilimdir. Baştanbaşa edeptir.
KONUSU: Zikir, fikir, ahlak, muhabbet, edep gibi… şeylerdir.
Tarikatı, Hz. Ebubekir veya Hz. Aliye dayandırmak doğru değildir. Sahabe, zirvede olup, onlardan beş yüz sene sora tarikatlar oluşmuş ve kollara ayrılmıştır. İlk devirlerde, bu günkü bildiğimiz şekliyle teknik anlamda tarikat yoktur. Ayrıca, herkesin bir şeyhe intisap etmesi gerekir diye bir şart yoktur. Şeyhi olmayanın, şeyhi şeytandır sözü, büyük bir iftira ve İslâm ‘a yapılan en büyük haksızlıktır.
Kur’ân-ı kerimde ve sünnet de(hadislerde),birisine intisap etmek için bir kayıt olmadığı gibi, Tasavvuf ve Tarikat ismi de zikredilmemiş ve geçmemiştir.
Ayrıca, Mütasavvuf denilen bir kısım insanlar, servet, şan, şeref ve makam peşindeler. Bu türlü davranışlar, maalesef çok yıkıcı, rencide edici ve İslâm’a zarar veren en kötü hareketlerdir.
Bu konuyu, Cüneydi Bağdadi’nin, şu sözüyle tamamlamak istiyorum: “Tasavvuf, hakkın sendeki seni öldürmesi ve kendisi ile yaşatması” yani, insanın nefsini yok etmesi ve yalnız Hakk’ın irade ve ihtiyariyle hareket etmesidir.
SORU: 9) Dinimize göre Midye yemek doğrumudur? (soran, İpek İpek)
CEVAP: 9)Deniz hayvanı olan Midye’nin yenmesi ülkemizde yaygın hale gelmiştir. Ancak, bazılarına göre, sağlıklı olmadığı ifade edilmektedir.
İslâmi mezheplere göre de; farklılık arz etmektedir.
Hanefilere göre; denizde yaşayan balık çeşitlerinin tümü yenir, yeter ki balık cinsi olsun, başka bir cinsten olmasın. Balık gibi denizde yaşadığı halde, balık cinsine dâhil olmayan, pis sayılanlarda vardır, onlar yenmezler. Mesela; Midye, Yengeç, İstiridye, Istakoz, Kaplumbağa, Kurbağa v.s. bunlar yenmezler. Bulardan, Şafi’ mezhebine göre yenenler vardır.
Buda, mezheplerin sağladığı bir genişlik ve kolaylık olarak dikkatimizi çeker bize huzur verir.
SORU: 10 ) (İlaç Mümessili Ali Bey) Sünnet namazlar ve teheccüd namazı kaza edilir mi?
CEVAP: 10) Sünnet ve teheccüd yani, diğer adıyla NÂFİLE namazlar kaza edilmez.
SORU:11) ( aynı kişi) Sabah namazının farzından sonra, sünneti kılınabilir mi?
CEVAP:11) Hadisi Şerif: LASALATE BA’DE SALATİSSUBHİ…( sabah namazından sonra namaz yoktur güneş doğuncaya kadar, ikindi namazından sonra namaz yoktur güneş batıncaya kadar) buyrulmuştur. Yani; sabah namazının farzından önce kılınmayan sünnet namaz, artık kılınmaz. Ancak kılınmayan ikindi namazının farzı, güneş batıncaya kadar kılınabilir.
SORU:12 ) (aynı kişi) Ters ilişki günah mıdır?
CEVAP:12) Ters ilişki ne şekilde olursa olsun kesinlikle haramdır. Cinsel ilişki çocuğun doğduğu yerden olmak şartıyla, değişik biçimde, Allah (c.c.), helal olan yere ekin tarlası diyor. Yani, çocuk yetişen, doğum olan yer helaldir. Bunun dışında herhangi bir yerden ilişki haramdır.
SORU:13) (Soran, Tuğhan Yenice )
Recep ayında, Şaban ayında oruç tutmanın faziletini sizden öğrenebilir miyim? Teşekkür ederim.
CEVAP: 13) Nafile oruç tutmanın mendup olduğu gün ve ayların başında Recep ve Şaban ayları gelmektedir.
Farz ve Vacip olan oruçların dışında tutulan oruçlar nafile olarak isimlendirilmiştir. Nafile, gereksiz anlamın da değil, farz ve vacip olanın dışında, kısaca gerekenin dışında yapılan anlamına gelir.
Daha fazla sevap kazanmak maksadıyla yapılan ibadet demektir. Peygamberimiz, “Allah’ım, Recep ve Şaban aylarını hakkımızda mübarek kıl, Ramazan ayına bizi ulaştır” buyurmuştur. Böylece, Dualarında bu ayların kutsiyetini dile getirmişlerdir. Recep ayı, Regaip ve Miraç gibi mübarek geceleri içinde barındıran bir aydır. Bu itibarla bu ayda yapılan ibadetler, tutulan nafile oruçlar, hayır ve hasenatın manevi ecir ve sevabı kat kat artacağı ifade edilmektedir.
Şaban Ayı, (ramazan ayının dışında) feyizli, bereketli ve müminler için kârlı bir aydır. Bu ayında, namaz ve nafile oruçla, iyilik ve infakta bulunarak değerlendirilmesi gerekir. Bu ayın en önemli özelliklerinden biri, BERAT GECESİ gibi, müstesna gecenin bu ay için de bulunmasıdır. Bizleri, Her gün ve gecesini Rabbimizin rızasına uygun biçimde; ibadet, amel ve çalışmak la geçiren kulların zümresine ilhak eylesin âmin.
Haziran 2011 Muharrem Çöllü
SORU: 14) ( Soran, ismi mahfuzdur).
Selamün
aleyküm Hocam, Peygamber efendimiz İslamiyet’i tebliğ ederken, tüm aleme tebliğ etmiş, ancak söylentiye göre başka alemlere, örneğin Göktekiler olarak geçenlere de tebliğ etmiş midir? Gökte ve başka alemde yaşayan insanlar var mıdır?
Şimdiye kadar bu dünyada yaşayanlardan harici insanlar topluluğuna rastlanmış mıdır? Şimdiden ilginize teşekkür ederim. Allah’a emanet olun.)
CEVAP: 14) İlk insan ve ilk Peygamber Hz. Âdem(a.v.)’dir. Bilindiği gibi, tüm insanlar Âdem ile Havva annemizden türemiştir. Yer küresinin dışında; Yıldızlar, Galaksiler ya da gezegenler de insan olmadığı gibi, yaşamış insan da olmamıştır. Âdem (a.v) den önce insan varlığında olmamıştır. Kaynaklar, bu hususu böyle bildirmektedir.
Peygamber efendimiz, insan ve cin için gönderilmiş bir Peygamber ve resuldür. Ancak RAHMET PEYGAMBERİ OLMASI sebebiyle, tüm âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir.
Kur’an-ı kerimde,” Deki: Ey insanlar! Gerçekten ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi olan ALLAH ın elçisiyim Ondan başka ilah yoktur…”(A’raf Sûresi,158 )
Diğer ayeti kerimelerde : ”Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik, fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” (Sebe’ Sûresi,28)
“(Resulüm!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.( Enbiya Sûresi,107 )
“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” (Zâriyat Sûresi, 56 ) buyrulmuştur.
Rabbim rahmet, mağfiret ve ihsanını üzerimizden esirgemesin. Âmin
29.06.2011 Muharrem Çöllü
SORU: 15) (Soran, Uğur Yarar)
Rüyamda kulağıma bir tatlı ses, ALLAH ALLAH diye seslendi ve ben uykumdan uyanana kadar, ALLAH ALLAH diye uyandım. Bunun anlamı tam olarak nedir? Teşekkür ederim.
CEVAP: 15) Önce şunu ifade edeyim ki, rüya ile amel edilmez. Ancak hayırlı insanlara yorum yaptırmak güzeldir.
Rüyada, Lafzatullah yani ALLAH ALLAH diye seslenilmesi ve bu haleti ruhiye içinde uyanılması en güzel lütuf ve büyük bir nimettir. Kur’ân ı kerimde, “ (insanları)ALLAH a çağıran, iyi iş yapan ve ‘ Ben Müslümanlardanım’ diyenden kimin sözü daha güzeldir?? “ buyrulmuştur. (Fussılet suresi, 33).
Yaşantınızı bilmiyorum, ama sizin İslam’a göre hayatınızı düzenlemeniz veya düzenli ise, İslam adına tebliğ ve irşad görevini yapmanız için İslami ilimlere yönelmeniz işaret edilmekte ve böylece dünya ve ahiret nimetleri, muhtemelen, sizi beklemektedir.
Allah (c.c.) yar ve yardımcımız olsun.
29/06/2011 Muharrem Çöllü
SORU: 16) (soran Mine Hanım)
Bir erkeğin ya da kadının (nikâh düşmeyen erkek ve kadının dışında) tokalaşması ve yanak yanağa öpüşmesi caiz midir?
Bir erkeğin başka bir erkekle yanak yanağa öpüşmesi günah mıdır?
CEVAP: 16 )
1-Bir erkeğin, na-mahrem kadınla, yani nikâh düşebilen kadınla tokalaşması caiz olmadığı gibi, yanak yanağa öpüşmesi de haramdır.(Baba, kardeş, evlat, amca, dayı, hala, teyze, dede ve torun gibi, mahremiyle tokalaşması caizdir).
Peygamberimiz kendisine biat için gelen Sahabe hanımlara şöyle buyurmuştur: “ Ben kadınlarla tokalaşmam. Benim yüz kadına söylediğim söz, bir kadına söylediğim söz gibidir” buyurmuştur.
Ancak kadın şehevani histen kesilmiş yaşta ihtiyar olursa, onunla tokalaşmada yada elini öpmede bir sakınca yoktur. Fakat erkek böyle değildir: Erkek kaç yaşında olursa olsun, isterse seksen-doksan yaşında bulunsun haramlık devam etmektedir.
2-İslâm âlimleri, erkeklerin bir birleriyle tokalaşması, yanaklarını öpmeleri, Allah Rızası için olduğu takdirde, hepsinin ibadet sayılacağını ifade etmişler, çocukların öpülmesini de rahmet olarak değerlendirmişlerdir.(ancak şehevani öpmeler haram kılınmıştır)
Peygamberimiz, “ İki Müslüman karşılaşıp musafaha ( tokalaşma) yaparlarsa, CENAB-I HAK, onlar ayrılmadan her ikisinin de günahını bağışlar” buyurmuştur.(Ebu Davud, Edep: 143)
Müslümanlar, bir birleriyle, karşılaştıkları zaman önce selamlaşırlar, tokalaşırlar ve peygamberimize SELATÜ SELAM getirirler.
06 TEMMUZ 2011 MUHARREM Çöllü
SORU: 17) (Soran Kadir Çöllü)
Müslüman hakkında, zanda (Suizan= kötü zan) bulunmanın; eksikliklerini, kusurunu araştırmanın ve arkasından hoşlanmayacağı şeyi söylemenin İslâm da yeri ve hükmü nedir?
CEVAP: 17) Bu konuyla ilgili ayeti kerimede ALLAH (c.c.) şöyle buyurmaktadır:
بِسْمِ اللهِ : ياَ ايُّهاَ الّذِ ينَ أمَنُوا اِجْتَنِبُوا كَثِيراً مِنَ الظَّنِّ. .....
“ Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde ALLAH’ tan korkun. Şüphesiz ALLAH, tövbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.” buyrulmuştur.(Hucurât sûresi,49/12)
Açıkça ifade buyuruluyor ki: Zandan kaçınmamız, kusur araştırıp ayıpları deşmememiz ve gıybet etmememiz emredilmektedir. Şöyle ki:
1- Zan (suizan) kötü zandır. Zannın bir bölümü, doğruya, güzele, iyiye ve hakka yakın olmadığından, bühtan(haksız suç yüklemek) ve iftira olur ki, buda büyük günahtır. Dikkat etmek gereken şey; iyi zanla kötüyü karıştırmamaktır. Çünkü: ALLAH (C.C.) a ve Müminlere güzel zan gibi, vacip zanda vardır.( Nur suresi, 12).
Peygamberimiz,” Her biriniz ALLAH’ a iyi zanda bulunarak ölsün” ve “ iyi güzel zan imandandır” buyurmuştur.
2- Tecessüs etmeyin, yani Müminlerin kusurlarını, eksikliklerini casus gibi inceden inceye araştırmayın.
Peygamberimiz, “ Müslümanların eksiklerini, ayıplarını araştırmayın. Zira her kim Müslümanların ayıplarını araştırırsa ALLAH da onun ayıbını takip eder, sonun da evinin içinde dahi olsa rezil ve rüsva eder” buyurmuştur.
Bir rivayete göre şöyle bir hadise nakledilir: Hz. Ömer, gece kontrol için sokakları dolaştığı sırada; bir evde şarkı söyleyen bir erkek sesi duyuyor, duvarı aşarak bakıyor ki, yanında bir kadın ve şarap bulunan adama: Ey Allah’ın düşmanı diyor; sen günah işleyeceksin de, ALLAH seni muhakkak örtecek mi sandın? Adam sende acele etme, Ey Müminlerin emiri! Diyor; Ben bir günah işledimse, sen üç konuda günah işledin: 1- ALLAH (C.C.), “ eksikleri araştırmayın” buyurdu. Sen gizliliği araştırdın, 2- ALLAH (C.C.)” evlere ön kapılardan giriniz” (Bakara sûresi,189 ) buyurdu, sen duvardan aştın, 3- ALLAH (C.C.), “kendi evlerinizden başka evlere geldiğinizi fark ettirip, ev halkına selâm vermedikçe girmeyin” (Nur suresi, 24/ 27 ) buyurdu. Bu durumda; Hz. Ömer, zorlanıyor ve nasıl şimdi sizi af edersem, sizde hayır var mı? Yani sende beni af eder, tövbe eder misin? O adamda evet dedi ve bu şekilde bıraktı, çıktı. Hz. Ömer.
Görülüyor ki, Müslümanların ayıplarını, eksiklerini araştırmak haramdır.
3- Gıybet: başkalarının arkasından hoşlanmayacakları tarzda konuşmaktır. Bu (Gıybet) kavramının Türkçede karşılığı olarak “ dedi kodu “ ve “ çekiştirme “ kelimeleri kullanılır. Gıybet, İslam Dinimizde büyük günahlardan sayılmıştır.
Bazıları, “ Ben gıybet etmiyorum ki, Doğrusunu söylüyorum… O, bunların hepsini yapıyor zaten…” diyorlar. Hâlbuki kişide olan nahoş şeyleri onun arkasından söylemek, gıybettir. Eğer söylenen nahoş şeyler kişide yoksa o zaman o insana iftira atılmış olur ki, bu da daha büyük günahlardandır ki, Mevlam korusun.
Resulü Ekrem efendimiz Sahabe ye (arkadaşlarına) sordu: Gıybet nedir? Sahabe cevapladı; kardeşini hoşuna gitmeyen şeylerle anmandır. Birisi sordu; dediğim şeyler kardeşimde varsa, ne buyurursun? Resulullah, söylediğin şeyler, şayet onda varsa onu gıybet etmiş olursun ve eğer onda yoksa iftira etmiş olursun.(Müslim) buyurdu.
Mezkûr ayetten bir önceki ayette de; yüz yüze çirkin kötü laf etmek, lakap takmak ve her türlü kötü sözlerle alay ederek ve küçümseyerek çağırmak, seslenmek de yasaklanmıştır.
Bir kimsenin gıyabında; şerefine, kişiliğine, itibarına saldırmak, çirkin konuşmalar ve davranışlarda bulunmak, Müslümanlıkla asla bağdaşmaz.
Ayet de ki tasvire dikkatinizi çekerim!!! “ Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinizin etini yemekten hoşlanır mı?? İşte bundan tiksindiniz” buyrulmuştur.
Gıybetin, doğal olarak aklen ve şer ’an çirkinliği, kötülüğü ve iğrençliği tasvir edilmektedir. Kardeşinin aleyhinde bulunmak, bir ölü, hem de kardeş olan bir ölünün, kurtlanmış leş halinde bulunan bu etleri, hırs ve iştah ile seve seve yemek canavarlıktan başka bir şey değildir ve son derece iğrenç bir harekettir. Düşmanlık, hırs ve öfke sonucudur. Allah (C.C.), bu kötü davranışlardan, bizleri korusun, af ve mağfiret buyursun âmin. 21.07.2011 Muharrem Çöllü.
SORU: 19) (Soran, Subhan Fahiman Çöllü)
Genelde İnsanlarımız, yaz mevsimi itibariyle
yıllık izinlerini dolayısıyla dinlenmelerini, istirahatlerini, kamplarda,
misafirhanelerde ve Oteller gibi mekanlarda geçirmektedirler. Mübarek Ramazan
yani, Oruç ayına, Ağustos ayında, ALLAH nasip ederse erişeceğiz. Bu durumda;
yani yolculukta bulunan biz Müslümanların, seferi şartlarına uyup uymayacağımız
yani oruç tutup tutmayacağımız hususunda tereddüde düştük,
aydınlatırmısınız? Teşekkür eder,
ellerinizden öper ve saygılar sunarım.
CEVAP: 19) Bilindiği cihetle, İslâm
Dinimizin amacı; Allah’a kul olmak ve insanın dünya, ahret de mutlu ve mesut
olmasını sağlamaktır. Bu itibarla, bir takım ibadet ve işlerde ki, zorluk ve
meşakkati önlemek v.s. için ruhsat( izin, kolaylık v.s.) verilmiştir.
Peygamberimiz,” Seyahat eden sağlık bulur” buyurmuştur. Bu sebeple İslâm, bir
anlamda yolculuğu teşvik amacıyla misafirlere bir takım kolaylıklar ve
ruhsatlar tanımıştır. Seyahat, kişinin temel hak ve hürriyetlerindendir.
Sefer (misafir = yolcu ), 90 km. yolu
kat eden yani, belirli bir mesafeye gitmek ve orada on beş günden az bir süre
kalmak üzere yola çıkmak anlamına gelir.
İşte
Dinen, misafir (yolcu) sayılan insanlar;
dört rekatlı farz namazları iki rekat olarak kılarlar, mest’ lere üç gün üç
gece süreyle mesh edebilirler. Bu cümleden olarak RAMAZAN ayında, Misafir, oruç
tutup tutmamak da ve sünnet, namazları kılıp kılmamakta muhayyerdir.( seçme
hakkına sahiptir).
Bu
husus Kur’ân’ı kerimde şöyle beyan edilmektedir: “ içinizde hasta olan veya
yolculukta bulunan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutar.”(Bakara
sûresi,2/184) ayeti yolcu olanların da sonradan kaza etmek üzere oruçlarını
açabileceklerini ifade etmektedir. Ancak;
ayetin sonunda yer alan, “ Oruç tutmanız - bilirseniz- sizin için daha
hayırlıdır” ifadesi ise; sıkıntı, rahatsızlık, zarar ve meşakkatin söz konusu
olmadığı durumlarda; orucu tutmanın daha iyi ve hayırlı olduğunu
belirtmektedir. Bu itibarla, Oruç tutmayı tercih etmek, hele bu günkü rahat,
huzurlu yolculuk ve mekanda, kul için; rahmet,
bereket, berat ve mağfiret vesilesi olduğunu göstermektedir. Selâm, dua ile…
24.07.2011 Muharrem Çöllü
SORU: 20) (Soran ismi mahfuzdur). Memur ve çalışanların Namaz kılmak için
yetkili kişiden izin almaları şart mı?
CEVAP: 20) Müslümanların çalıştığı
mekânda; yetkilinin, onların günlük dini görevi olan namazlarını kıla bilme
imkanını sağlaması gerekir. Çalışanın, mesaisini suiistimal etmemesi kaydıyla,
yetkili, farz ve vacip namazı kılmaktan çalışanı men edemez. Zira Allah’a isyan
konusunda kula itaat yoktur. Aksi takdirde çalışanın, farz ve vacip olan
namazlarını kılabileceği, başka bir iş bulması gerekir.
31.07.2011
Muharrem Çöllü
SORU: 21) (SORAN, İsmail Şenay )
Hocam, öncelikle hayırlı Ramazanlar
dilerim. Ben İsmail Şenay, Sualim şudur:
1-
Borsa helâl mi, haram mı ?
2-
Borsada şu anda 10.000 TL paramız
bulunmakta bu paraya Zekât düşer mi? Eğer ki düşüyorsa ne kadar düşüyor?
Şimdiden teşekkür ediyorum. Hocam, hayırlı günler
diliyorum.
CEVAP: 21) Menkul kıymetler Borsasında
alınıp- satılan kıymetli evraktan, özellikle Hisse Senetlerinin alınıp-
satılmasının, Dinen caiz olup olmadığı hususunda, haklı olarak tereddüt
edilmektedir.
1) Önce şunu belirtiyim ki, Hisse Senetlerinin kâr
ve zarara iştirak etmesi nedeniyle, genel kural olarak, işlem helaldir. Ancak
bu işlemin dini hükmü: bunu çıkaran kurum, kuruluş ve Şirketin; ticari
işlemi, iştigal ettiği konu, kullandığı
malzeme, sermaye ve amaçlarının meşru
zeminde olup olmadığına bakılır. Eğer Kurum, Kuruluş ve Şirketin; faiz, alkollü
içki imali ve ticareti, domuz eti ticareti, karaborsacılık, hile, yalan, haksız
kazanç, aldatma ve karanlık işler gibi, Dinen haram olan vasıtalarla kazanç
sağlaması halinde, bu gibi kurum, kuruluş ve şirketlerin hisse senetlerini
alıp- satmak caiz değildir. Daha doğrusu Müslümanın, kendi kurup işletemeyeceği, ticaretini ve
üretimini yapamayacağı nesneleri üreten, alıp- satan, pazarlayan, bunlara
hizmet sunan şirketlere ortak olmak caiz olmadığı gibi, böle şirketlerin senetlerini
de alıp satmak da caiz değildir. Hatta aldığımız duyumlara göre; Senetlerin
fiyatları ile oynandığı, bazı şirketlerin hisse senetlerinin aşırı derecede
yükseltilmesi yada aşırı derecede düşürülmesi söz konusu olduğu ifade
edilmektedir. Bir takım hileler, oyunlar, aldatma, zarara neden olan işler çerçevesine girdiği
için caiz değildir. Çünkü bunları İslâm yasaklamıştır. Ama! Otomotiv sanayi,
beyaz eşya, inşaat ve sair işlerle meşgul olan ve yukarıda sayılan çirkin
işlerle iştigal etmeyen kurum, kuruluş ve şirketlerin hisse senetlerini alıp-
satmak, muhafaza edip kâr ve zararına ortak olmak, kâr ettiklerinde, Temettülerinden istifade etmek caizdir.
Helaldir.
2)
Mevcut, 10.000TL. ve varsa altın ve ticaret mallarınızın zekâtının verilmesi
farzdır. Kırk da bir zekat verileceğine göre, sözü edilen paranın zekat tutarı,
250.00TL’dir.
Ramazanı şerif, kadir gecesi ve
bayramımız mübarek olsun. Dua ile selam.
06.08.2011 Muharrem Çöllü
SORU:22 ) (SORAN Metehan
KABALCI)
Sayın Hocam, Zekât konusunda, kafama takılan bir takım sorular
var. Bunlardan en önemlisi, bir kişinin bir evi, bir arabası, bir bahçesi var
diye düşündüm, bildiğim kadarıyla bunlara zekât düşmüyor. Fakat eşinin de
arabası varsa yani toplam iki araçları varsa 2. araç için zekât vermesi gerekir
mi?
CEVAP: 22) Zekâta tabi mal
ve ürünler: altın, gümüş, para, deve, sığır, koyun, keçi, toprak ürünleri,
ticaret malları, sanayi ürünleri, madenler ve definelerdir. Bunların Zekât a
tabi olması için:
1-
“ nâmi , (artıcı) olması, 2- üzerinden
bir kameri yılın (354 gün) geçmiş olması, 3- Nisap miktarına ulaşmış
olması, gerekir.
Ticaret için değil de, kişisel kullanım
için elde bulunan ev eşyası, sanat ve meslek aletleri, binek vasıtaları,
meskenler, kitaplar, at, katır ve eşek zekât’a tabi değildir.
A)
“Nâmî “ :
bir malın hakiki veya itibari olarak artıcı, üreyici ve çoğalma
özelliğine sahip olması demektir. Artıcı olmak ( nema); malın sahibine gelir,
kâr ve fayda temin etmesi yahut kendiliğinden çoğalma ve artma özelliğine sahip
olmasıdır.
B)
Nisap; bir malın, ürünün ve paranın zekât’a
tabi olmasını belirleyen ölçüdür. Her malın ve ürünün farklı nisabı vardır.
Altının nisabı; 20 miskal yani, 80.18
gramdır. Nisap miktarı bulunan altının 1/40’i zekât olarak verilir. Örneğin,
altının gramını 100 TL. olarak ele alırsan 8.200TL. si olan kişi, 1/40’ ı yani,
binde 25, toplam 205Tl. Zekât verir.
Altınlar, Senetler hükmi olarak “ Nâmî “
artıcı mallardandır. Bu durumda,
ticaret maksadı ile elde bulunmayan;
mesken, otomobiller, bağ, bahçe, arazi ve tarlanın zekâtı olmaz. Ancak!
Bunlardan kira geliri ya da mah’sül elde edilmesi halinde, mah’sül veya mah’
sülün geliri, nisaba ulaştığı takdirde zekât ı verilir.
Selâm..dua ile 13/08/2011
Muharrem Çöllü
SORU: 23) (Soran Enes Karakaya)
Cuma namazının Farz olmasının ve sahih olmasının şartları
nelerdir?
CEVAP: 23) Cuma namazı farz-ı ayındır. Farziyyeti, kitap, sünnet
ve icmâ ile sabittir. Cuma Farz olmasının şartları ile Cuma’nın sahih olmasının
şartları iki bölüm halinde kaleme alınmıştır:
A-Bir kimseye Cuma namazının farz olması için o kimsede altı
şartın bulunması gerekir:1- Erkek olmak( kadınlara da cumanın farz olduğunu
söyleyenler, Ayet de ki” Ey müminler” hitabı kadınları da kapsamaktadır,
diyorlar. Arap dilinde bu hitabın kadınları kapsadığını ifade eden dilciler
varsa da, diğer dilcilerde şamil olmadığını belirtmektedirler. Bazı ayetler de
“mümin erkekler ve mümin kadınlar” buyrulmuştur. (Ahzab, 35,58) Bir hadisi
şerif de,”Cuma namazı haktır, cemaat la kılmak üzere her Müslüman a farzdır.
Ancak şu dört kişiye; köle, kadın, çocuk
ve hastaya farz değildir” buyrulmuştur. 2- Hür olmak, 3- Mukîm olmak, 4-
Sağlıklı olmak, 5- Kör olmamak, 6- Ayakları sağlam olmak (kötürüm olmamak). Bu
şartlar kendisinde olmayan kimseye Cuma namazı farz değildir. Ancak kadınlar,
yolcular, hastalar, iki gözü kör olanlar, ayakları olmayan kötürümler ve
hürriyeti elinde olmayanlar camiye gidip cumayı kılarlarsa namazları sahih olur
ve o günün öğle namazının yerine geçer.
B- Cuma namazının sahih olmasının şartları da altıdır: 1-Cuma namazı
kılınan yerin şehir veya şehir hükmünde olması,( kabul gören görüşe göre; farzı
eda edecek sayıda cemaatin yerleşik bulunduğu Köy, belde gibi tüm birimlerde
Cuma namazının kılına bileceği hususu kabul edilmiştir.) 2- Cuma Namazını
Devletçe görevlendirilen bir kişinin kıldırması,(Büyük bir topluluk da eda
edilen Cuma namazını kıldırmaktaki ihtilafı önlemek için Devletçe
görevlendirilen kişinin kıldırması gerekir. İzin almak mümkün olmadığı
takdirde, cemaatın uygun gördüğü kişi kıldırır. Yöneticileri Müslüman olmayan
yerlerde de Cuma ve bayram namazlarını kılmak caizdir). 3-Cuma namazının öğle vaktinde kılınması, 4-
Namazdan önce hutbe okunması, 5- Cuma
kılınan yerin herkese açık olması, (Ancak Güvenlik ve gizliliğin korunması gibi
sebeplerle herkese açık olmayan yerlerde bulunan cemaat Cuma namazı kılabilir.
Burada izn-i âm şartı zaruret sebebiyle kalkmış olur.) 6- İmamdan başka en az
üç kişi cemaat bulunması,
Ön görülmüştür.
SORU: 24) (Soran Enes Karakaya)
CUMA NAMAZI KAÇ REK’AT TIR? VE
ZUHR-İ ÂHİR NAMAZI NE DEMEKTİR?
CEVAP: 24) Cuma namazı;
dördü ilk sünnet, ikisi farz ve dördü de son sünnet olmak üzere on rek’attır.
Bunların dışında, bazı kimselerin Zuhr-i âhir adıyla dört, vaktin sünneti
adıyla iki rek’at daha namaz kıldıkları öteden beri görülmektedir. Sözü edilen
on rek’at namazın dışında vaktin sünneti diye bir namaz yoktur.
ZUHR-İ ÂHİRE (son öğle) GELİNCE; BUNU ÖZET OLARAK ANLATMAYA
ÇALIŞACAĞIM: Bunun hükmü nedir? Yâni bu
namazı kılmak farz mı, sünnet mi, mekruh mu, bid’at veya memnû mudur? Bu konuda
iki görüş bulunmaktadır; 1. Kılınmasına
taraftar olanlar; hemen hepsinin hareket noktası, bir şehir veya büyük bir köyde, birden fazla
camide cumanın sahih olmaması ihtimalini dikkate alıyorlar. Ama Hanefilerde,
sahih ve tercihe şayan görülen mütâlâ da birkaç camide kılınan cumanın sahih
olduğudur. Hatta bu mezhep ihtiyacı da şart koşmamıştır. Bu görüş aynı zamanda
Hanefi mezhebinin de görüşüdür ve sahihdir.
2.Zuhr-i âhir kılınmamalıdır diyenlerde gerekçeleri bakımından iki
gruptur; a-Şüphenin ibadeti ifsad
edeceğinden hareket ederek, Zuhr-i âhiri kılmak mekruh olur diyenlerdir.
Bunlara göre” mübarek Cuma namazı, şu sebeple sahih olmamıştır” şüphesiyle
Zuhr-i âhir kılarlarsa, Cuma namazını ifsat ve iptal etmiş olurlar. Bu sebeple,
Zuhr-i âhir kılmak mekruh dur. Hanefi mezhebin de tercih edilen görüş, Cuma
namazının, bir yerleşim merkezinde birden fazla cami de kılınmasının caiz ve
sahih olduğudur. b-Bunlarda bid’at esasından yürüyerek, Zuhr-i âhir namazının
kılınmasını men eden ve günah sayanlardır. Böyle bir namaz ”zuhr-i âhir”,
Sahabe, tabiûn ve müçtehit imamlar devrinde kılınmamıştır. Dinde olmayan bir
ibadeti adet haline getirip ona yamamak bidâd tır, denilmiştir.
Dört mezhep imamının içinde “ Zuhr-i âhir kılınmalıdır” diyen
birisi yoktur, denilmektedir.
Farz oluşu kesin delillerle(kitap, sünnet ve icma ile ) sabit olan
cumanın sahih olması için ön görülen yukarıda yazılı şartlar müçtehitlerin
içtihadı olup, hutbe ve cemaat dışındaki şartlarda kesin delil bulunmaması,
farklı görüşlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Hatta bazı kimseler, ya
bilmedikleri için ya da kasıtlı olarak, Cuma namazı ile ilgili müçtehitlerce
öngörülen şartlardan bir veya bir kaçının bulunmadığını ileri sürerek, Cuma
namazının sahih olmadığını çevresine telkin etmek suretiyle konuyu bilmeyen
kimseleri şüpheye düşürerek Cuma namazını terk etmelerinin, yukarıdaki
açıklamalar karşısında, ne kadar yanlış, hazin ve ne büyük cür’et olduğu
açıktır. 24/08/ 2011
Muharrem Çöllü
SORU:25) (soran, Enes Karakaya) Rabıta Nedir? Dinimiz İslâm’da
hükmü nedir?
CEVAP: 25) Rabıta: Sözlükte “bağ, ilişki, düzen, tertip gibi”
anlamlara gelmektedir. Arapça bir kelimedir.
Tasavvufta Rabıta: müridin bağlı bulunduğu şeyhini düşünmesi ve
onun bağlı bulunduğu şeyhlerin silsile (zincirleme) halinde düşünerek
Hz.Muhammed’e(s.a.s) ulaşması ve onun vasıtası ile de ALLAH(c.c.) a ulaşması ve
onunla manevi bağ kurması demektir.
Tasavvufta ki Rabıta, bu şekilde dolaylı yoldan ALLAH a gitmek ve
aracılar vasıtası ile onunla manevi bağ kurmak tır. Rabıta kelimesinin türleri,
Kur’ân’ı kerimde beş yerde; mazı, muzari, emir fiili olarak ve bir yerde de
isim olarak geçmektedir. Bu ayetler de: Allah’ın Ashap- ı Kehfin kalbini iman ve ibadete bağladığı,
itaatte daim kıldığı (kehf suresi,18/14) , çocuğunu bir sandık içinde ırmağa
bırakan Musa (a.s.) ın annesinin
kalbini(kasas suresi,28/10), Uhud savaşında müminlerin kalblerini teskin
ettiğini, güven ve huzur verdiğini (Enfâl suresi, 8/11 VE 8/60) bildirmiş ve
(Âl-i İmran suresi,3/200) Allah yolunda cihat yapmayı, dini ve vatanı
savunmayı, gereken her türlü hazırlığı yapmayı emretmiştir.
Bu konuda hadisi şeriflerde vardır.
Bütün
ayet ve hadislerden anlaşıldığı üzre, “ Rabıta” kelimesi çeşitli anlamlar için
kullanılmış ise de, bu daha çok bir cihat terimidir. Buna göre ayet ve
hadislerde mütasavviflerin uygulamasını destekleyen en ufak bir işaret yoktur.
BU rabıta kelimesini yanlış bir anlama çekmişlerdir. Hiç bir sahabi,
resulullahı aracı kılarak rabıta yapmadığı gibi, hiçbir tabii de Sahabeyi aracı
kılarak rabıta yapmamıştır.
Rabıtanın bu şekilde uyğulaması, Tarikatların hicri yedinci yüz
yıldan sonraki dönemlerde uyguladıkları bir tavırdır.
İslâm’a göre, Allah ile kul arasında ne perde vardır nede perdeci
vardır. Kur’ân’ı kerimde: “biz ona şah damarından daha yakınız” (Kaf suresi,16)
ayrıca, “Hele can boğaza dayandığı zaman, O vakit siz bakar durursunuz. Biz ona
sizden daha yakınız, ama göremezsiniz. Mademki ceza görmeyecekmişsiniz,
Onu (canı) geri çevirsenize, şayet
iddianızda doğru iseniz!” (Vakıa suresi,83-87) .
“(Rabbimiz) Ancak sana
kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz” ( Fatiha,5).
“Kullarım sana, beni sorduğunda( söyle onlara): Ben çok yakınım.
Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O halde( kullarımda)
benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu bulurlar.” (Bakara
suresi,186)
Rabıtaya delil olarak;
“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğrularla
beraber olun” (Tevbe Sûresi,119) Bu
ayeti kerimeyi, kaynak göstermektedirler. Hal buki:
“SADIKUN” kelimesine, doğrular yani “ özü, sözü bir olan ve dürüst
davranan kişiler” mânasını vermek daha uygun olur. Allah’In razı olmayacağı
şeyleri yapmaktan sakınmak, razı olacağı amellere sarılmak ve her hususta doğru
ve dürüst kişilerle beraber olmak ve münafıklardan sakınmak doğruluğun en büyük
göstergesidir. Kuşkusuz bu niteliği taşıyan örnek şahsiyetlerin başında
peygamberler ve peygamberimiz Hz. Muhammed ile, ona gönülden bağlanmış
sahabiler gelir. “Doğrularla beraber olma” buyruğunun onlar gibi, davranmayı
hedeflediği açıktır.
Takvaya erişe bilmenin yolu, ancak doğru ve dürüst davranmakla
gerçekleşeceği bir gerçektir.
“SIDK” KELİMESİ; İnsanın söz ve davranışlarıyla, niyet ve
inancında, doğru, dürüst ve iyilikten yana bir ahlak terimidir.
O halde Allah dostları kimdir? Kur’ân-ı kerimde vasıfları
gösteriliyor: “ Bilesiniz ki ALLAH dostlarına korku yoktur; Onlar
üzülmeyeceklerde. Onlar, iman edipte takvaya ermiş olanlardır.” (Yûnus
suresi,62-63) Görülüyor ki, Allah dostlarının özellikleri iki kelimede
özetlenmiştir; İMAN VE TAKVÂ. Çünkü
İMAN, bütün batıl ve yanlış inançlardan sıyrılarak gerçeğe, hakka ulaşmış
olmanın, Takvâ ise her türlü sapık ve kötü yollardan, başıboş ve hayvani yaşama
tarzından arınarak, kalbi Allah a teslim etmenin, hayatı O nun kanunlarına göre
düzenlemenin ve böylece bir ahlak disiplinine girmenin ifadesidir. İşte Allah
dostları; iman ile ma’rifetullaha ve takvâ ile de üstün ahlaka ulaşmış
olduklarından, her türlü korkudan, kederden ve yeisten kurtulmuşlardır. Çünkü
onlar, ALLAH ın dostluğunu ve himayesini kazanmışlardır.
Evliya, Veli kelimesinin çoğuludur; “birine yakın olan, birini
himayesinde bulunduran, koruyucu, dost, yardımcı” gibi manalara gelir. Allah
ın, kendisine inanıp, buyruğunca yaşayan kullarına sevgisini, himaye ve
yardımını ifade eder. Kur’ân-ı kerimde, sadece bu ayette geçen “ evliyâullah”
kavramının kapsamı, tasavvuf geleneğinde oldukça daraltılmış ise de, Allah
dostlarının özelliği kısaca iman ve takva kelimeleriyle, bu ayeti kerimede özetlenmektedir.
SORU: 26) ( Soran Haşim Küçük) Yolculukla
ilgili İsâm’i hükümleri açıklarmısınız?
Bizi bilgilendirirmisiniz?
CEVAP: 26) Ayrıntılara girmeden özet
olarak, Normal yürüyüşle en az 18
saatlik yolu kat edene misafir= yolcu denir. Bu mesafede, 90 kilometre olarak hesaplanmıştır. Dinen
misafir(yolcu); en az 90 kilometre mesafeye yolculuk yapan kimse, yolculuk
esnasında misafir olduğu gibi, gittiği yerde de 15 günden az kaldığı takdirde
yine misafirdir. Bu mesafeyi her hangi bir vasıta ile ve kısa zamanda giden
kimse de misafir hükümlerine tabi olur. Ancak en az, 90 kilometre uzaklığa
gideceğine niyet etmeyen misafir sayılmaz. Misafirliğin özelliğini anlamak için
“VATAN” kavramının bilinmesi gerekir.
Vatan Üç Nevidir: 1- Vatan-ı aslî, Bir insanın doğduğu veya
evlendiği, yahutta geçimini temin için göçüp yerleştiği yer demektir. 2-
Vatan’ı ikamet: kişinin, bir yerde en az onbeş gün veya daha fazla süre, geçici
olarak kalmaya niyet ettiği yer demektir. 3- Vatan’ı süknâ: kişinin onbeş gün
dolmadan ayrıldığı yer demektir. Bir insan geçimini temin etmek için “vatanı
asliden” ayrılarak bir başka yere yerleşirse, artık onun yerleştiği ikinci yer
vatanı aslisi olur. Kişi, yerleştiği yerden doğduğu yere gidecek olursa orada
15 günden az kalmaya niyet ederse misafir sayılır. Yolculuk durumu, genel
olarak meşakkat ve sıkıntı içerdiğinden yolcuya kolaylık getirilmiş ve buna da
ruhsat denmiştir.
Yolculukta dört rekâtlı farz namazların kısaltılması hakkında âyet
(Nisa,4/101) ve peygamberimizin uygulaması bulunmakta olup, ayrıca bilginler bu
hüküm üzerinde icmâ etmişlerdir.
Misafir(yolcu)olan kişi, dört rekâtlı farz namazları iki rekât
olarak kılar, akşamın farzını üç rek’at, salati vitride üç rekât olarak kılar.
Müsait olduğu takdirde isterse, sünnet namazları kısaltmadan tam olarak
kılabilir. Yolcu, Ramazanda, dilerse
orucunu tutar, dilerse sonraya bırakıp, memleketine dönünce tutar. Ancak
bugünkü şartlar çerçevesinde orucunu tutması hayırlıdır.( 19. Soru-cevaba
bak).Misafir, mestlere 72 saat mesh edebilir. Cuma ve bayram namazlarını
kılması gerekmez, kılarsa namazı sahih olur. Kılmazsa öğle namazını kılması
gerekir. Kurban kesmesi de vacip olmaz. Keserse sahihtir ve sevaba nail
olur. 04/09/ 201 1 Muharrem Çöllü
SORU: 27) ( Soran Esma Kaptan) Selâmün aleyküm Hocam, Benim bir
akrabam evli fakat başka bir kadınla iyi
görüşüyor…..aşık olmuş güya,
bunun günahını açıklar mısınız,
yaptığı doğrumu?
CEVAP: 27) İnsanların namus ve
iffetlerini koruyup kollamaları, aile
yaşantısının temel taşını oluşturmaktadır. Tabii olarak cinsel ilişki bir
ihtiyacdır. Bu ihtiyacın meşru biçimde yerine getirilmesi, dinimizin emridir.
Bunun meşru yolu da nikâhtır. Nikâhsız ilişki ve davranışlar zinadır. Zina en
büyük günahlardandır. Zinayı meşru kılan hiçbir mazeret olamaz. Zinaya giden
yollar dahi kapanmıştır. Zina;
kişilerin, ailenin ve milletin felaketidir ve yok olmanın, ayaklar
altına düşmenin başlıca nedenidir.
Kur’ân’ı kerimde birçok yerde zinanın haramlığı hatta
yaklaşılmaması ifade edilmektedir. İsra Suresinde, “Zinaya yaklaşmayın. Zira O,
bir hayasızlıktır ve çok kötü bir yoldur.”
buyrulmaktadır. Dikkat! Âyette, “Zina etmeyin “ denilmeyip de “ Zinaya
yaklaşmayın” buyrulması ilgi çekicidir. Yani zinaya giden yollar dahi
yasaklanmıştır. İnsan daima nefsine hâkim olmalı, şehevi, arzu ve isteklerini frenlemelidir. Dinimiz,
zinayı şiddetle yasaklamış ve en kötü yol olarak tarif etmiş ve büyük
günahlardan saymıştır.
Mevlam, bizleri şaşırtmasın, af ve mağfiret eylesin âmin.
20/09/ 2011 Muharrem Çöllü
SORU: 28) ‘ Soran Kadir Çöllü’
Cuma namazının zuhrü ahiri olan 4 rek’at namazı, ben en son
kılamadığım öğle namazının farzı diye 30 yıldır kıldım. Sabah, ikindi, yatsı
kılamadığım namazlara diye niyet ederek kıla bilirmiyim? Teşekkür ederim.
CEVAP: 28) İnternet Sitemizde yayınlanmış
olan 23-24 numaralı soru- cevap bölümlerini incelediğinizde, Cuma namazının; 4
sünnet, 2 farz ve 4 rek’at da son sünnet olarak on rek’at olduğunu
göreceksiniz. Bu itibarla, kılacağınız her hangi bir kaza namazınızı, kerahat
vakitlerinin dışında, istediğiniz zaman, hangi vakit için niyet ederseniz
geçerlidir, kılabilirsiniz. Selam…dua ile..
SORU:29)( Soran, Hasret Şafak )
S.a. hocam ilk eşimden boşandım tekrar evlendim, eşim öldü. Şimdi
ilk eşimle evlene bilirmiyim tekrar. Aklım hep onda unutamadım.
CEVAP: 29) Aile birliği çok önemli
kurumdur. Aile birliğinin devamı ve istikrarı için iki tarafında öz veride
bulunması gerekir. Milletlerin selameti, aile bireylerinin dürüstlüğüne ve
dayanışmasına bağlıdır. Bu nedenle, Dinimiz İslâm, aileyi meydana getiren
fertlerin dürüstlüğüne ve birliğinin devamına önem vermiş, dolayısıyla takva
sahiplerine cennet vaat etmiştir. Çünkü İslâm, evlilik birliğinin devamını
öngörmüş ve önermiştir. Boşanma Allah ın sevmediği bir tasarruftur. Bu sebeple,
boşanmadan önce, iki taraf sabırla ve metanetle aile birliğini, sürdürmeyi,
çeşitli şekillerde denemeleri, gerekir. Mâmafih, iki tarafın gayretlerine rağmen evlilik
birliğinin devam etmesi mümkün görülmediği takdirde, ayrılmak da meşru
olacaktır. Boşanan kadın iddet’ini (İddet nasıl olur?
: Boşanan kadın üç hayız süresi” üç ay” iddet bekler; kocası ölen kadın dört ay
on gün bekler, şayet kadın hamile ise, doğum yapıncaya kadar bekler). İddet) sürelerini bekledikten
sonra, bir başkasıyla evlenir, bununla da evliliği sürdüremez ayrılırsa, ya da
kocası ölürse, isterse eski kocasıyla yeniden evlene bilir ya da istediği ile
evlene bilir. Bu durum da sizin eski kocanızla evlenmenizde bir sakınca yoktur.
Evlene bilirsiniz. Mutluluklar dilerim.
Selâm, dua ile. 29/09/ 2011
- Muharrem Çöllü
SORU:30)
(Soran, Muammer (Temiz el Tic.)
Hocam, Üç Talak nedir? “ Hüllecilik” nasıl olur? Üç den dokuza şart olsun
deyince kadın boş oluyor mu? İslâm a göre bunların hükmü nedir? Bizleri
bilgilendirirmisin? Teşekkür ederiz.
CEVAP:30) Milleti meydana getiren
ailedir. Aile Devletin ve milletin temel taşını oluşturmaktadır. Bu nedenle;
İslâm da ailenin ve aileyi oluşturan bireylerin yeri çok önemli,
değerli, çok üstündür ve hayati önem taşımaktadır. Aileyi oluşturan anne ve baba( İslâm a göre)
üç bağ ile bağlıdırlar (Nikâhlıdırlar). Yani karı, koca iki defa boşanıp,
üçüncü defa evlene bilirler, dördüncü defa evlenemezler. Bu da şartların
oluşmasına bağlıdır. Şunu ifade edeyim ki, üç talakla seni boşadım, ya da
halkın deyimi ile üç den dokuza şart olsun seni boşadım demekle, kadın boş
olmaz. Zira Şartların oluşması gerekir. Bu da her ayın temizliğinde bir talak
boş olur. Yâni üç temizlik içinde; iki defa ayrılıp, üç defa evlene bilirler.( üç ay sürede; her
bir ayda” temizlik de” bir defa boşamak kaydıyla) üç defa boşanma işlemi
tamamlanmış olursa, bu süreçten sonra, yani üç ay denendikten sonra, dördüncü
defa evlenmeleri helal olmaz, evlenemezler. İşte, üç ayrı zamanda boşanmış olan
kadın aynı koca ile dördüncü kez evlenemez.
Önce şunu ifade edeyim ki, Halk arasında bilinen “ HULLE” İslâm da
yoktur. Geçici evlilik yapmak dinimizde yoktur ve haramdır. Hulle; denilen
evlilikte geçicilik ve birleştikten sonra boşama yapılacağı üzerine, antlaşma
yapılmaktadır ki, bu antlaşma bir kelime ile ahlaksızlık, şerefsizlik ve
iffetsizlik olup, İslâm la alakası olmayan ve islâm’ı yıpratmak için kurulan
şerefsizlik tezgâhlarıdır. Peygamberimiz;
boşanmış kadının eski kocası ile evlenmesini sağlamak için nikâh yapan
erkeğe “ kiralık teke” adını vermiş ve bunu yapanlara lanet okumuştur.
Talak, genellikle tek taraflı irade beyanı ile yapılan boşanmayı
ifade de kullanılır. Boşanmayı dinimiz tavsiye etmemiştir. Peygamberimiz,”
Allah katında en sevimsiz helâl, boşanmadır.” buyurmuştur.
Kur’ân ı kerimde, boşanmadan önce evliliğin devam ettirilmesi için
fedakârlıkta bulunulması, tüm barış imkânlarının sağlanması, konuşarak
halledilmesi gerektiğini öğütlemiştir.(Nisa, 4/19, 34, 35,128) Buna rağmen
bütün anlaşma yolları kapandığı takdirde, boşanma en makul bir yol olarak meşru
görülmüştür. Kur’ân a göre, eşler en fazla iki defa boşanıp tekrar evlene
bilirler. Üçüncü defa boşanırlarsa tekrar evlenmeleri helal olmaz. Ancak kadın,
başka bir erkekle evlenip, eşinin ölümü veya geçimsizlik sebebiyle ayrılmaları
halinde, önceki kocasıyla evlene bilir.(Bakara,228-230) Günümüzde kadının ve çocuklarının
haklarının korunması, haksızlığın ve fevri davranışların önlenmesi, aile
kurumunun saygınlığının artırılabilmesi için mahkeme yoluyla boşanma sistemine
geçilmiş olup tavsiye ye şayan olan da budur. Rabbim, ümmeti Muhammed i
sapıkların, iffetsizlerin ve kötü niyetli insanların şerrinden korusun. Âmin.
Selam, Dua ile…
01/10/ 2011-Muharrem Çöllü
31) D U Y U R U:
Direk yada
“bilgi @ colluhoca.com” e posta yoluyla sorulan sorulara, esas teşkil eden
cevapları; dört kaynak yani Kur’ân’ı kerim,
Sahih hadisler, icma’i ümmet ve
kıyası fukaha ile ilgili temel kaynak kitaplar ve müçtehitlerin içtihatları,
ayrıntıları ile tetkik ediliyor ve kendimden bir şey yani görüş ilâve etmeden,
hazırlanıyor; kelimeler, hatta kavramlar
üzerinde hassasiyetle duruluyor ve sesli vaazlarımla birlikte internet sitemde
(www.colluhoca.com) da Türkçe ve İngilizce olarak tüm
dünya ya yayınlanıyor. Dolayısıyla çeşitli ırk, dil, din, mezhep, cemaate
mensup olan ilim, irfana sahibi dünya insanları bunları okuyor ve dinliyor. Bu
durum göz önünde bulundurularak, âzami titizlikle gerekli hassasiyet, basiret,
tetkik, tahkik ve araştırma yapılıyor, sonuç olarak da temel kaynaklardan
sağlıklı cevaplar hazırlanıyor. Çünkü
dini hükümler kur’ân ve sünnete dayanmaktadır. Kur’ân ve sünnetin kaynağı ilahi
vahidir. İslam’ın gelmesiyle din tamamlanmış, vahiy peygamberimizin vefatı ile
son bulmuştur. İşte biz; Allah (c.c.) ın gönderdiği kanun, Resulullah’ın
uyguladığı sünnet ve müçtehit imamların çıkarttığı hükümlerden yani İSLÂM
DİNİMİZDEN SÖZ EDİYORUZ. Bu sebeple;
kurallara, ölçülere, kaynaklara azami dikkat, sadakat ve ihtimamı
göstermek zorundayız.
Bu itibarla; tenkit ve eleştiri
yapanların önce verilen cevapları ayrıntılarıyla en ince noktasına kadar tetkik
etmeleri icap eder. Ayrıca araştırma yaparak da gerekli cevabı vermeleri
gerekir. Bu çalışmayı da ancak ilim
erbabı ve konunun uzmanı yerine getirebilir. Temel kaynaklara başvurmadan, mesnetsiz, ulu orta sözler; yan, efendi hazretleri böle diyor, filancanın kitabında böyle
yazıyor iddiaları; tenkid,
eleştiri, ve saygı sınırlarını
aşar ve vebal altına sokar. Çünkü islâm;
ilim, irfan dinidir.
Çağımızda her alanda önemle üzerinde
durulan ihtisaslaşmanın en basit bir kaidesi vardır ki, herkesin branşına göre
söz söyleme ve yazı yazmaya hakkı vardır.. Söz gelimi
Fizikten bahsedenin Fizik; Kimyadan söz edenin kimya ilmine ve İslâmi
ilimlerden bahsedenin de İslami ilimlere vakıf olması gerekir.
Biri kalkar da “ tohumlar yazın
ekilmeli kışın biçilmelidir” derse elbette ona gülerler.
Baştanbaşa konusu ilim olan İslâm
dininin esası ve fûrûatı üzerinde, uzman ilim adamları tartışır ve müzakere de
buluna bilir. Hz. Peygamber “ Ümmetimin ihtilafında rahmet vardır” buyurmuştur.
Bu nedenle, ilmi araştırmaya, tetkike ve tartışmaya islâm açıktır. Yeter ki
konu, yetenekli, ihlaslı ve yetkili uzman âlimler arasında, müzakere edilsin ve
tartışılsın. Zira bu müzakerenin sonu rahmettir. Bundan dolayı, Mezhebler ve
müçtehit imamlar arasında ki müzakere ve değişik görüşler den rahmet hasıl olmuştur. Şu iyi bilinmelidir ki, İslâm a bir şey
eklenmez ve eksiltilmezde! Her kes kendi akıl ve mantığına göre, islâm adına
konuşamaz ve fikir yürütemez.
Altmış beş senelik ömür sürecin de,
Rızâ-yı ilâhi-yi kazanmak için, yaptığımız iyi niyetli ve ihlâslı
çalışmalarımızı, Cenâb-ı Allah’ın makbul buyurmasını, ecdadıma ve bana ahiret
azığı kılmasını ve okurlarımızın iki cihanda aziz olmalarını niyaz ederim.
Selâm..dua ile.
10/10/ 2011 Muharrem Çöllü
SORU: 32)
(Soran Bekir Daşkın) Halkımız arasında BİD’AT kelimesi yaygın halde
kullanılmaktadır. BİD’AT nedir, Dinimizde Bid’at ın hükmü nedir?
CEVAP: 32) Bid’at ın; âlimlerce yapılan
birçok tarifi vardır, ancak bir iki tarifini açıklayalım:
Bid’at:” öncekilere benzemeyen, evvel
yok iken yeni ortaya çıkan veya çıkarılan şey demektir.”
Bid’at;” Peygamberimizin zamanında
olmadığı halde sonradan din adına ortaya çıkan şeylere bid’at denir.”
Bid’at; “ Hz.Peygamber den sonra ortaya
çıkan, din ile alakalı olup bir ilâve veya eksiltme mahiyetinde olan şeydir”
Bid’at;” dini emirlerin ikmalinden
sonra, Peygamberin sünnetine, Kur’ân ın sarih hükümlerine, ashap, tabiin ve
müçtehitlerin genel görüşlerine tamamen aykırı olarak ortaya çıkan hal,
davranış ve işler demektir” diye tarif etmişlerdir.
Bu tariflere göre; her bid’at kötüdür,
sapıklıktır, dini bozacağı için onunla mücadele etmek gerekir.
Esasen İslâmın gelmesiyle din
tamamlanmış; Vahiy, Resulullahın vefatı
ile son bulmuştur. Kur’ân ı kerimde:
بسم
الله
اليوم اكملت
لكم دينكم
واتممت عليكم
نعمتي ورضيت
لكم الاسلام
دينا
“Bugün sizin için dininizi kemale
erdirdim.Size olan nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak islâm ı seçtim”
buyrulmuştur. (Maide, 5/3) Anlaşıyor ki
din, tamamlanmıştır. Bundan böyle hükümlerinde, değişiklik yapmak, ilave ve
eksiltme de bulunmak söz konusu değildir. İslâm, çağlara ışık tutan, mükemmel
ve evrensel bir dindir. Peygamberimiz, “kim bizim dinimizde olmayan bir şey
ortaya atarsa, o şey reddedilir” buyurmuştur.
Ancak şu hususa açıklık getirelim ki;
İman ve ibadetlerle ilgili konularda
ortaya çıkarılan ve dinden olmadığı halde dinde varmış gibi gösterilen şeyler
bid’at tır. Dünyevi amaçlarla ortaya çıkan insanların ihtiyaçları ve yaşam
şartları ile ilgili yapılan yenilikler, geliştirilen teknik ve ilmi buluşlar
bid’at kapsamına girmez.
Bazı İslam âlimleri bid’at ı, “iyi
bid’at” ve “ kötü bid’at” olarak iki kısma ayırmışlardır.
Dini mahiyette olmayan yenilikler
bid’at olmadığı halde, sonradan ihdas edildiğini gerekçe göstererek bid’at
kabul edenler vardır. Örneğin; un eleği,
minareler, yemeği masa da yemek, kaşık, çatal vesair şeyleri, peygamber
zamanında yok diyerek ret etmek çok yanlıştır ve İslamın temel ilkelerine
aykırıdır. Dünyevi işler bidat kapsamına girmez. Ancak her hangi bir şey, inanç
ve ibadetle ilgili bir konu ise bid’at tır ve sakınılması gerekir.
İnanç konusunda bid’at cı
gruplardan;”Hariciler” günah işleyen ve ibadeti terk edenleri kâfirlikle itham
etmektedirler. Bu çok yanlış bir görüş olup İslam ın ruhuna aykırıdır. Bid’at
cı gruplardan biride “MÜRCİE” ve “Cebriye” fırkalarıdır. Bunların sakat
düşünceleri islamın temel esaslarına aykırı olduğu gibi akıl ve mantık yönünden
de kabul edilir gibi değildir.
İbadetle ilgili bid’at lar çok olmakla
beraber, dinimizin özüne uymayan ve sakınılması gereken bazı bid’at lar
şöyledir: Nafile namazları cemaatla kılmak, ta’dil-i erkânı terk ederek hızlı
kılmak ve imamı geçmek,
aykırı hareketlerde bulunmak, ücret karşılığında kur’ân okumak; tesbih, zikir, salât ve selâm getirmek, ticaret yapan kişinin
müşteriye karşı tesbih çekmesi, kabristanda mum yakmak, ölen kişi için;
birinci, yedinci, kırkıncı ve yıl dönümlerinde ziyafet vermek v.s. şeyler
bid’at tır. Sakınılması gerekir. Bunları çoğalta biliriz. Kural olarak İslâm ın
iman ve ibadet ilgili konularına bir şey ilâve etmek veya eksiltmek bid’at tır.
Bunlardan İslam’ı korumak her Müslümanın üzerine düşen bir vecibedir. Selâm,
dua ile.
13/10/ 2011 Muharrem Çöllü
SORU: 33)
(Soran Kıvanç Soydemir) Hocam Selâmün aleyküm, Bu günkü Cuma namazın da
hutbe okunmadan hemen farz namaza durduk bu namaz kabulmüdür? Saygılarımla.
CEVAP: 33) Hutbe, Allah’a Hamd, Resulüne
salât ve selam getirmek, cemaate konuşma yapmak ve duadan ibaret bir zikirdir.
Hutbenin hükmü, farzdır. Kur’ân’ı kerimde Cuma ile ilgili ayet de:
بسم
الله يا
اايهاالذين
امنواذا نودى
لصلاة من يوم
الجمة فسعوا
الى ذكرالله
وزرواالبيع
صدقالله
العظيم
“Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağrıldığı( ezan okunduğu)
zaman, hemen Allah ı
anmaya koşun ve
alış verişi bırakın. Eğer bilmiş olsanız, elbette bu, sizin için daha
hayırlıdır.” buyrulmuştur. (Cum’a Sûresi,63/9)
Ayette ki “ zikir” kavramını
müçtehitler, Hutbe veya Hutbe ile birlikte namaz dır
hükmünü çıkartmışlardır. Buna göre hutbede Cuma namazı gibi, farzdır ve hutbe
okunmayan Cuma namazı, eda edilmiş
sayılmaz. Ayrıca ümmetin bu konuda İCMA’I da bulunmaktadır. Çünkü Hz.
Peygamber, hutbe okuyarak Cuma namazlarını kıldırmış ve Peygamberimizden,
günümüze kadar, Cuma namazları, hutbeli
olarak, kılına gelmiştir. Bu nedenle, hutbesiz Cuma namazı kılınmaz.
Selâm, dua ile. 28/10/ 2011 – Muharrem Çöllü.
SORU: 34) (Soran Adem koç) Saygı değer hocam muhterem büyüğüm. ben sizi yeni tanıdım. Keşke talebeniz olabilme şerefine
lütfunu Rabbim nasip etseydi. Hocam hayatınızla ilgili o muhteşem öykünüzü
okurken Osmanlı alimlerini hatırladım. Rabbim sizin
gibi ilim ve ilmiyle amil olma gayretini hayatın merkezine oturta bilen
büyüklerimize uzun bereketli, sıhhatli ömürler versin. Ebedi âleme intikaliniz
esnasında iman selameti lütfetsin. Kur’ân’ın aydınlık ikliminden Resulullah’ın hayat anlayışından ve İslam’ın ulvi
meşalesinden hayatınıza ışıklar saçılsın. Dualarımla, Antalya dan BİR KARDEŞİNİZ, inşallah yolunuz buralara düşerse, bir
ilim aşığı hak yolda mücadele eden bir islam neferi
ve insanlık adına fedakarlık yapma düşüncesiyle bir kadir Şinaslık
örneği siz değerli hocamı misafir etmekten şeref duyarım. Adem
KOÇ din görevlisi Antalya merkez.
CEVAP:34)
Kardeşim takdir edeceğiniz cihetiyle, Riya en büyük günahlar arasında
zikredilmiştir. Allah riyadan korusun. Teveccühünüze teşekkür ederim. Selam,
dua ile Muharrem ÇÖLLÜ
SORU: 35) ( Soran H.Bekir
Ünlüler) Saygı değer hocam, erkeğin
altın takı takması haramıdır? Haramsa neden haram kılınmıştır? Açıklayabilir
misiniz?
CEVAP:35) Neden haram kılındığını Mevlam
bilir. Ancak, şu kadarını ifade edeyim ki, bir takım giyim ve süs eşyalarını
kullanmak bazı hikmet ve sebeplerden dolayı erkeklere caiz görülmemiştir. Ama
kadınlara helal kılınmıştır. Hz. Ali den rivayet edilen bir hadiste,
‘Peygamberimiz, ipek bir kumaşı sol eline, bir parça altını sağ eline alarak (
bu ikisi ümmetimin erkeklerine haram,
kadınlarına helal kılındı )buyurmuştur. Bilindiği gibi Altın aynı
zamanda ekonominin bel kemiğini teşkil eden unsurlardan biridir. İktisadi
hayatımızın önemli bir parçasıdır. Bu ve bunun gibi hususlarda dikkate
alınmalıdır. Selam, dua ile.. Muharrem Çöllü
SORU:36) (Soran Bankacı İbrahim )
Saygı değer hocam, namaz kılarken uzun kollu gömleğin kol yakasını
kıvırmak uygun mu değimli? bu konu hakkında bilgi
CEVAP: 36) Malum olduğu cihetle, Namaz
içinde ve dışında erkek ve kadınların uyması gereken örtünme kuralları vardır.
Kadın, başı dâhil ayak bileklerine kadar örtünmek durumundadır. Kadının örtünme kuralı, Namaz içinde ve namaz
dışında da geçerlidir(ancak örtünmenin de koşulu
vardır: elbise şeffaf olmayacak, dar olmayacak yani, vücudun hat ve hududu
belli olmayacak. Erkek ise, göbeğinden diz kapağının altına kadar örtünmek
zorundadır. Diğer azalarda sünnete uygun olarak şekillendirilir. Buda örf, adet
ve bölgesel kıyafetlerle yerine getirile bilinir. Örtünmenin yakalar la ve sair şeylerle
alakası yoktur. Uzun kollu Gömleğin kol yakası kıvrılacak diye bir husus İslam
kaynaklarında yoktur. Kollar kapalı olur, açık olur, düğmeli olur, düğmesiz
olur fark etmez. Yeter ki esas kural ihlal edilmesin. Selam, dua ile… Muharrem çöllü
SORU:37) ( Soran Ali Erbaş)
Bakara 197. Ayette (EŞHUR) kelimesi, gayri akil olduğu halde
sıfatı niye müfred müennes gelmiş?
CEVAP:37) Umre ziyaretinden henüz döndüm….Bilindiği
gibi, cümleler ; irabdan mahalli olan ve irabdan mahalli olmayanlar olarak tasnif edilmişlerdir. Buitibarla, gayri akil cemi isimlerin
(mevsufların)sıfatları genelde müfred müennes olarak
gelmektedir. Ancak istisnai durumlar vardır ki, bunlara cümle yi müste’nife denir. Bu sebeple
(EŞHUR) kelimesi ve sıfatının irabdan mahalli yoktur.
Selam, dua ile…
Muharrem Çöllü
SORU:38) (Soran Ahmet Akyol) Hocam
ellerinizden öperim, sağlık ve uzun ömürler dilerim. Sitenizde yayınlanan bid’at konusunu okudum. Aynı yönde bir sorum olacak; sohbet
toplantılarında, Kur’ân okumak bid’at’mıdır? Teşekkür
ederim.
CEVAP:38) kardeşim Ahmet bey, bilmukabele
sağlık ve afiyetler dilerim. Bilindiği cihetle; Kur’ân, Yüce Allah tarafından
vahiy yolu ile, Arapça olarak peyder pey Peygamberimiz
Hz. Muhammed (a.s.)’e indirilen nesilden nesile bize kadar tevatüren gelen
Mushaflarda yazılı, Fatiha suresiyle başlayıp nas suresi ile sona eren,
okunması ile ibadet edilen ve sevap kazanılan 114 sureden oluşan muciz bir Allah kelamıdır. Kur’ân; insanın dünya ve ahiret
saadetinin sağlanmasını amaç edinmiştir. Kur’ân, insanlığın rehberi mutluluk
kaynağıdır. Kur’ân, insanın işlerini ve görevlerini dini ve dünyevi diye
ayırmaz. Kur’ân, zamanın geçmesiyle eskiyen değil daima tazeliğini ve güncelliğini
koruyan, insanları geriye değil daima ileriye götüren, ilim, teknik ve
gelişmelerle çatışan değil örtüşen ve kucaklaşan bir kitaptır. Bid’at la, uzaktan ve yakından asla ilgisi yoktur ve
olamazda!! Zira Dinimizin birinci derecede temel
kaynağıdır, her yerde Kur’ân’ı, okumak, okutmak, duyurmak, dinlemek, yaşamak,
yaşatmak ve hayata geçirmek en büyük ibadettir ve üzerimize düşen bir
vecibedir. Bu çalışmanın karşılığı cennettir. Selam, dua ile... muharrem
çöllü _24/04/2012
SORU: 39) (Soran Âdem koç) Hocam, selam
ve dua ile ellerinizden öperim. 2 tane sualim olacak; hocam halka anlatmakla
vazifeli bir din görevlisiyim. 1. Sorum, Tevhid hatmi
varmı? Varsa dayanağı ne? Yoksa yine dayanağımız ne
olmalı? 2. Sorum, ölen insanlar şu anda Cennet veya Cehennem hayatını sürüyor
mu? Tabi Cennet veya Cehennem de kabir değil yani. Bu konuda bilgi almak
istedim. Saygılar sunarım, ellerinizden öperim. Rabbim uzun, bereketli,
sıhhatli ve vermiş olduğu iman nimetini son ana kadar süreceğiniz, bir hayat
versin Âmin.
CEVAP: 39) Kıymetli kardeşim, malumunuz
olduğu cihetle; Tevhid: (Lâilahe
illâllah)= Allahdan başka hiçbir ilâh ve hakikî ma’bud yoktur. (Muhammedün rasûlüllah)= Muhammed (a.s.)
Allah ın resulü ve peygamberidir. Bu cümleye,
kelimeyi Tevhid denir. Bizler kelimeyi tevhidi
dilimizden bırakmayız. Ne kadar çok söylenir ve okunursa sayısız sevaba nail
olunur ve günahların bağışlanmasına vesile olur. Yaptığım araştırmada, İslami
kaynaklarda, TEVHİD HATMİ diye bir kayda ve kavrama rastlamadım. Fakat bazı
müritler arasında bu türlü ifadeler dolaşmaktadır. Bu da doğru değildir. Zira
İslam kaynaklarında böyle bir kavram yoktur.
Ayeti kerimede:( Habibim sana ruhlardan sorarlar, deki, ruhlar
Allah’ın emrindedir).Bu itibarla ölüm; ruhun şahadet âleminden berzah âlemine
hicretidir. Berzah âlemi (tabir caiz ise) dünya ile ahiret arasında ki, bekleme
salonu dur. Burada; sorgular, cevaplar, cezalar ve mükâfatlar icra edilir.
Bundan sonra, Mahşerde yeniden yaratılan insanoğlunun muhasebesi yapılır, gitmesi
gereken mekâna gönderilir. Şunu ifade edeyim, Cennet ve Cehennem şu anda vardır
ve mevcuttur. İçindekiler fani değildirler ve bakidirler. Selam, dua ile
06/05/2012
_ muharrem çöllü.
SORU: 40) 18/02/2012tarihinde, Uzman
Turizm le gittiğimiz Umre Ziyaretimiz, fevkalade güzel geçti, bize bu güzelliği
tattıran Uzman Turizmin yetkililerine ve görevlilerine teşekkür ederim. Bu
süreçte, bize sorulan sorulanlardan bir tanesi enteresan!!
Beytullahın (Kâbe’nin )içinde kim yatıyor??
CEVAP: 40) Ayeti kerimede:(Bir zamanlar İbrahim, İsmail
ile beraber Beytullahın temelini yükseltiyor,(şöyle
diyorlardı:)Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur, şüphesiz sen işitensin,
bilensin.) (Bakara,127) Hz. Âdem,
Havva ile cennetten çıkarıldıklarında, Arafatta
buluşurlar, beraberce kâbenin bulunduğu yere
gelirler, Hz.Âdem, şükür için ibadet yapmak ister,
bunun için cennette etrafında dönerek ibadet ettiği nurdan sütunun kendisine
verilmesini diler ve onurdan sütun orada tecelli eder ve Hz.Âdem,
onun etrafında tavaf ederek Allah a ibadet eder.Hz.Âdem den bu yana bu manada Beytullahın etrafında tavaf yapıla gelmektedir. Tavaf,
Haccın ve Umrenin ana rüknüdür. Beytullah, içi boş,
etrafında dönülerek kendisine ibadet yapılan Allah’ın evidir. Şunu özellikle
belirtmek isterim ki; camilerde, mescitlerde bilhassa Beytullah
da ve mescidi nebevide; huzur, huşu,
diğer ifade ile edep, disiplin, sayğı, sükûnet,
düşünmek, ibadet, zikir, kur’ân okumak, istiğfar
etmek ve laubali sözlerden, davranışlardan kaçınmak, amaç olmalıdır. Takva:
helâl ı işlemek, haramdan kaçınmakla mümkündür. Allah için ibadet de, salih amelde, çalışmak da; dürüstlük, yardımlaşmak ve adabı
muaşeret kurallarına uymakta yarışmak gerekir. Ayrıca görevlilerin; ilim, irfan
ile donanımlı olarak (madde ye değer vermeden) güzel davranışları ile muamelede
bulunmaları erdemlik ve arzu edilen en güzel yoldur. Bu yol, itibar, sayğı ve kardeşlik kazandırır. Hakimiyet; ilim, irfan, adalet,sayğı ve hakkaniyetle tesis edilmelidir.Selam,
dua ile….Muharrem çöllü.
SORU: 41) Hocam, halkımız arasında, Ölüm
ve Ecel hususunda çeşitli fikirler ortaya atılıyor ve tartışılıyor! Ölüm ve
Ecel nedir bize açıklarmısınız? Teşekkürler.
CEVAP: 41) Aziz kardeşim, Her canlının bu
dünyada bir yaşama süresi yani bir ömrü vardır. Bu ömrün sona ermesine yani
Ruhun bedeni terk etmesine ölüm denir. Bu ölüm vaktine de Ecel denir. Ecel:
Allah tarafından her canlı için önceden takdir edilen hayat süresi ve bu
sürenin sonu olan ölüm vakti demektir. Ölüm, her canlı için kaçınılmaz bir
sondur. Tartışılmayan tek konu, ölümdür. Kur’ân’ı kerimde: ‘’Her canlı ölümü
tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz’’ (Ankebût,29/57) ‘’ De ki sizin kendisinden kaçıp durduğunuz
ölüm var ya, o mutlaka size ulaşacaktır.’’ (Cuma,62/8) Ölümden kurtuluş yoktur.
Ömür sona erip ecel gelince bu asla ertelenmez. Ayette: ’’Allah, eceli
geldiğinde hiçbir kimseyi asla ertelemez’’buyrulmaktadır.(Münafikun,63/11)
Ölüm bir yok oluş değil, geçici olan dünya hayatından sosuz hayata
yani berzah âlemine geçiştir. Berzah; ölümden sonra başlayan ve mahşerde ki dirilişe
kadar devam edecek olan kabir hayatıdır. İyilerin ölümü, kişinin sevdiğine
kavuşması, kötülerin ölümü ise, tüyler ürperten korkunç bir durumla
karşılaşmasıdır. Ayrıca şunu da belirtmeden geçemeyeceğim, Ayette’’Her
milletin belli bir eceli vardır. Onların eceli geldi mi, ne bir an geri
kalabilir, ne de öne geçebilirler’’buyrulmaktadır.(Araf,7/34;Yunus,
10/49). Anlaşılıyor ki; sadece bireyler değil, Milletlerin ve Devletlerinde
ömürleri vardır. Bu ilahi bir yasadır. Fertlerin ve milletlerin eceli olduğu
gibi, üzerinde yaşadığımız dünyanın ve kâinatın da sonu gelecektir. Ayette: ‘’
Biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları hak ve hikmete uygun olarak ve
belirli bir süre için yarattık’’ (Ahkaf,46/3). Diğer Ayette: ‘’İnsanlar sana
kıyametin vaktini soruyorlar, De ki: ‘’onun ilmi ancak Allah katındadır.’’ Ne
bilirsin, bekli de kıyamet yakında gerçekleşir.’’ buyrulmaktadır. Görülüyor ki,
kıyametin ne zaman kopacağını Allahdan başka kimse
bilmiyor. Peygamberine bile bildirmemiştir. Kıyametin Tarihi hakkında zaman
zaman ortaya atılan söylentiler Kur’ân’a aykırıdır ve
hiçbir değeri yoktur. İtibar edilmemesi gerekir. Selam, dua il. Muharrem Çöllü.
SORU:42) Hocam, ölümden sonra dirilinceye
kadar olan süreçde, ruhlar ne gibi muameleye tabi
tutulurlar, Kabir azabı varmıdır?
CEVAP: 42) Ölüm, ruhun bedeni terk etmesi
ile gerçekleşir. Ölümden sonra ki hayat hakkın da akıl yürütmek, yorum yapmak
ve bir takım tahminlerde bulunmak ve kabir hayatını dünyadakilerle kıyaslamak
yanlıştır. Bu konuda yegâne bilgi kaynağı kur’ân ve
sünnettir ( Sahih hadisi şeriflerdir). Zira ölüm ötesinde ki olaylar gayb âlemine aittir. Ruh ölümsüzdür. O, belirli bir süre
hayat verdiği bedenden ayrıldıktan sonra ‘’ BERZAH ÂLEMİ’’ne
gider. Bedenden ruh çıktıktan sonra, kıyamet günü ikinci diriliş için Ruh
bedenine girinceye kadar geçen zamana ‘’ BERZAH HAYATI’’ veya ‘’Kabir hayatı’’ denir. Her hangi
sebeplerle parçalanan ya da toz veya kül olan bedenin ruhu içinde kabir hayatı
vardır. Kabir dünya duraklarının sonuncusu, ahiret duraklarının ilkidir.
Peygamber efendimizin bildirdiğine göre; görevli meleklerce ilk sorgulama
burada yapılır: Rabbin kimdir? Sorusuna, Rabbim Allah, Dinin nedir? Dinim
İslam, Peygamberin kimdir? Peygamberim Muhammed’ (s.a.)dir. Bu sorulara ancak mü’min olanlar cevap verirler ve ilk
sınavı kazanmış olurlar. Kâfir ve münafıklar ise cevap veremezler. Bir cenazede
Peygamberimiz: ‘’ Kardeşiniz için mağfiret dileyin, onun için sebat temenni
edin; çünkü o, şu anda hesaba çekilmektedir.’’ buyurmuştur. Ölen kimse inancına
ve yaptığı işlere göre, kabrinde ya nimetler içinde olur veya azap çeker. Kabir
azabı vardır ve haktır. İnsanın uyku halinde gördüğü güzel veya korkunç rüyalar
bunu açıklamaktadır. İnsan korkulu rüya görünce elem; iyi rüya görünce de zevk
duyuyor. Hâlbuki bu acı veya tatlı rüyayı görenlerin yanında bulunanlar,
onların ne acılarına ve ne de zevklerine muttali olabiliyorlar. İşte bunun gibi
biz, ölülerin kabirdeki hallerine muttali olamıyoruz. Kabir de: Peygamberler, şehitler ve çocuklar
hesaba çekilmezler. Kur’ân’ı kerimde:’’ Allah yolunda öldürülenlere ‘ ölüler’
demeyin, hayır onlar diridirler. Ancak siz bunu bilemezsiniz’’ (Bakara, 2/154)
Diğer ayette, ‘’ Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar
diridirler. Rableri katında Allah’ ın lütfundan
kendilerine verdiği nimetlerin sevincini yaşayarak
rızıklandırılmaktadırlar’’(Al-i İmran, 3/169-170) buyrulmaktadır. Bu ayetler,
Şehitlerin kabirlerinde diri olduklarını, nimetler ve sevinç içinde olduklarını
belirtmektedir. Ayrıca bu ayetler, kabir
hayatının varlığını da göstermektedir. Nitekim Nuh(a.s.)’un,
iman etmeyen kavminin tufanda boğulduklarını Kur’ân şöyle haber veriyor: ‘’
Günahları yüzünden tufanda boğuldular, ardından ateşe atıldılar. Kendilerini
Allah’a karşı koruyacak yardımcılar da bulamadılar.’’(Nuh, 71/25) Âyette, ‘’ boğuldular’’ kelimesinden sonra ‘’ Fe udhilû naren’’ başındaki ‘’F’’
harfi arab gramerinde takip içindir. Yani onlar
boğulmuşlar, hemen ardından ateşe atılmışlardır. Bu ise kabir azabıdır. Bunu
ahiretteki cehennem azabı ile yorumlamak isabetli değildir. Çünkü kıyamet henüz kopmamıştır. Oysa ayet
binlerce yıl önce meydana gelmiş hadiseyi anlatmaktadır.
Firavun ve taraftarlarının da kabir azabı çektiklerini kur an da
şöyle anlatılmaktadır: ‘’ Firavun ailesini, azabın en kötüsü kuşattı.(öyle
bir)ateş ki onlar sabah akşam ona sunulurlar. Kıyametin kopacağı günde de, ‘’
Firavun ailesini azabın en şiddetlisine sokun’’ denilecektir. (Mü’min, 40/46)
Firavun ve taraftarları, ahirete kadar berzah âleminde de akşam sabah ateşe arz
olunarak azap edilmektedirler. Kabir azabı hakkında birçok sahih hadis de
mevcuttur.
Kabrin cennet bahçesi olması veya cehennem çukuruna dönüşmesi
bizim elimizdedir. Bunu asla unutmayalım. Selam, dua ile. Muharrem Çöllü.
SORU:43) Soran( ismi mahfuz), Ecel-i kaza
ve eceli müsemma nedir? İnsan ömrü uzayıp kısalırmı?
Bilgi verirmisiniz? Teşekkür ederim.
CEVAP: 43) Bu düşünce halk arasında
yaygın haldedir, fakat bu anlayış doğru değildir. İnsan, ister doğal ister dış
etkilerle olsun, hangisi ile ölmüşse eceli odur. Ölen kişi dikkatsizlik ve
tedbirsizlik yüzünden öleceği gibi, tedbirli ve sağlık kurallarına riayet
ettiği halde, bizim bilemeyeceğimiz başka sebeplerle de, ölmüş olabilir. İnsan
ömrü uzayıp kısalmaz. Ölüm sebepleri
farklı olsa bile, ecel birdir ve kesindir. Her insan için bir yaşama süresi
belirlenmiştir. Allah(c.c.), insanın dünyada nerede
ve ne zaman geleceğini takdir ettiği gibi, ne kadar yaşayacağını, nerde, nasıl
ve ne zaman öleceğini de ezeli ilminde takdir etmiş, ana kitapta (Levh-i Mahfuz) tesbit edip
yazmıştır. Kulluk görevini yerine getirmek, Akraba ile ilişkiyi devam ettirmek,
iyilik yapmak, tedbirli olmak ve sağlık koşullarına uymak(ömrü uzatmaz); ancak daha rahat, huzurlu, bereketli ve mutlu
yaşamımıza vesile olur. Ama bunların hiç biri ölüme çare olamaz. Çünkü ölüm,
insanlar için değişmez bir kanun ve kaçınılmaz bir sondur. Bundan Allah’ın en
sevgili kulu, son ve en büyük Peygamber Hz. Muhammed (A.S.) bile istisna
edilmemiştir. Kur’ân’ı kerimde: ‘’(Ey Muhammed) Şüphesiz sen öleceksin ve
şüphesiz onlarda öleceklerdir.’’ (Zümer,
30/30)buyrulmuştur. Öyle ise dünyanın geçici olduğunu bilelim ve aldatıcı
cazibesine kapılmayalım. Sıranın bir gün bize geleceğini asla unutmayalım.
Vakitlerimizi çok iyi değerlendirelim. Sonsuz hayat için hazırlık yapalım ve bu
uzun yolculuğa eli boş çıkmayalım. Selâm, dua ile.
Muharrem Çöllü.
SORU:44) ( Soran Zeki Dağcı) Kaza ve
kader ne demektir? Her şey Allah’ın takdiri ve dilemesi ile oluyorsa! o halde biz niçin sorumlu tutuluyoruz? Bizi aydınlatırmısınız? Teşekkürler.
CEVAP: 44) A) kader, Allah’ın ezelden
ebede kadar olacak şeylerin zamanını, yerini, niteliklerini ve özelliklerini
önceden bilmesidir. Kaza ise, Allah’ın ezelden bildiği ve takdir ettiği şeyleri
zamanı gelince onları yaratması demektir. Diğer bir ifade ile kader, Allah’ın
kanunları, ölçüleri; kaza ise işlerin, o kanun ve ölçülere göre meydana
gelmesidir. Her şeyi bilen, takdir edip yaratan Allah Teâlâ’dır. Allah, olmuş ve olacak ne varsa onları önceden
biliyor. Zamanı gelince onlar da O’nun bilgi ve takdirine uygun şekilde meydana
geliyor.
Kur’ân’ı kerimde: ‘’Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen
her hangi bir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce bir kitapta yazılmış
olmasın. Şüphesiz ki bu, Allah’ a göre kolaydır.’’ (Hadit,57/22) buyrulmuştur.
Diğer âyette, ‘’ De ki, Allah’ın bize yazdığından
başkası başımıza gelmez. O, bizim Mevla’mızdır. İnsanlar Allah’a güvensin’’
(Tevbe,9/51) buyrulmuştur. O halde Allah yaratır, kul hür iradesi ile ne
istiyorsa onu yapar. Bundan dolayı da sorumlu tutulur.
B)Allah (c.c.), İnsanlara, akıl,
irade(dileme) ve güç vermiştir. Bu durumda ki insan, akıl ve iradesi ile iyi
olanı seçmesi, kötü olandan sakınması gerekir. İnsanın yararlı olan şeyleri
seçmesi ve zararlı olan şeylerden sakınması gücüne ‘’İRADE-İ CÜZİYYE’’ denmektedir. Bu irade ve isteğimizi hangi
tarafa sarf eder, hangi tarafı tercih edersek Allah da onu istediğimiz şekilde
yaratır. Bu isteyip yaptığımız Allah’ın emrine uygun olursa sevap kazanırız.
Allah’ın emrine aykırı olursa sorumlu ve günahkâr oluruz. Mesela, Hırsızlık
yapmış olan bir kişi, Allah’ın yasakladığı bir işi yapmıştır. Şimdi kalkıp
‘’Ben ne yapayım, Allah’ın takdiri böyle imiş. Allah takdir etmeseydi ben bunu
yapmaz, bu suçu işlemezdim’’ diyerek kendisini mazur gösteremez. Zira yapılan
işleri, yapmadan önce yaptıktan sonra da Kazâ Ve
Kadere isnat edemeyiz. Çünkü biz irademizi o yöne sarf etmek suretiyle Allah’ın
takdirinin böyle tecelli etmesine sebep olduğumuz için sorumlu oluruz. Yani biz
irade ve aklımızı kullanırız, Allah da bizim isteğimiz doğrultusun da onu
yaratır. Esasen bizim kendi irademizle ve tercihimizle yaptığımız işleri,
Allah(c.c.) sınırsız bilgisi ile önceden biliyor ve
kulum şöyle yapacak diye takdir ediyor. Yoksa O, takdir ettiği için biz onları
yapmak zorunda kalmıyoruz. Ayrıca bizimle ilgili ne takdir ettiğini de
bilmiyoruz. Bir şeyi yapmaya ve yapmamaya karar verirken hiçbir baskı altında
kalmadan kendi hür irademizle karar veriyor ve verdiğimiz kararı uyguluyoruz.
Sorumlu olduğumuz da bu hür irade ile verdiğimiz karar ve uygulamalardandır.
Aklımızı ve irademizi kullanarak yaptığımız işlerden sorumluyuz. Bunların
önceden Allah tarafından bilinmesi bizi etkilemez. Zira kader, Allah Teâlâ’nın
bize ‘’ şu işi yapsınlar ve yapmak zorundadırlar’’ demek değil, ‘’ onlar şöyle şöyle yapacaklardır’’ demektir. Aksi takdirde sorumlu
tutulmamamız gerekir ki böyle değildir. Her akıl ve irade sahibi olan insan
yaptığı iş den sorumludur. Selâm, dua ile. Muharrem Çöllü.